Sabır: Hak Yolcusunun Yol Azığı

"Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara, 153.)

03/10/2011


Kur’an, hayatı bir okul, mümini de bu okulun öğrencisi olarak görür. Bu okul olgunlaşma, tekâmül okuludur. Yüce Mevla, bizim bu okuldan bütün gayretimizi kullanarak olgunlaşmak suretiyle, diğer bir ifadeyle kötü huylardan arınarak, iyi huylarla bezenerek mezun olmamızı emrediyor. Pişmeden, olgunlaşmadan kendisine varmamıza razı değildir.



Kur’an’da sabretmenin sürekli telkin edildiğini ve mükâfatının büyüklüğünden sıklıkla bahsedildiğini görüyoruz. Bu, söz konusu ahlaki vasfın, müminin bir hayat tarzı olması gerektiğini gösterir. Çünkü insanın bu dünya hayatında yüklendiği sorumluluk ağırdır. (Ahzab, 72.) Bir taraftan dış dünyada hak ve hakikatin insanlara ulaştırılması için önüne konulan engelleri aşması, diğer taraftan da iç dünyasında nefsin ve şeytanın tahriklerini göğüslemesi gerekmektedir. (A’râf, 22.) O, yaratılışı itibarıyla da zayıftır. (Enbiya, 37.) İşte bu zorlukların altından kalkabilmesi için, insanın sabırla donanması gerekmektedir.



Sabırla inadı birbirine karıştırmamak lazımdır. Aslında ikisinde de bir ısrar vardır. Ancak sabır, doğru yolda gösterilen sebat ve kararlılıktır; dolayısıyla insanı yücelten bir fazilettir. Sabırsız insan, ruhen olgunlaşmamış ham insandır. İnat ise, batıl bir dava uğruna direnme ve ısrardır, nefisten kaynaklanır.



Yine sabretmeyi, zulme rıza şeklinde görmemek gerekir. Kötülüğe katlanmak, aşağılanmaya boyun eğmek sabır değildir. Şerre, zillete rıza göstermek sabırla karıştırılmamalıdır. Aksine şerre rıza şer; küfre rıza küfürdür. Mümin, izzet ve onur sahibidir. (Münafıkûn, 8.) O, insani ilişkilerinde elbette ki yumuşak huylu ve mütevazı olacaktır. Ancak hak ve hakikatin hafife alınması ve zulümler karşısında hiç de suskun değildir. (Mâide, 54.) Nitekim Mehmet Akif, mümindeki bu soylu duruşu kendi şahsında şu etkileyici ifadelerle tasvir eder:



Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum?



Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.



Kanayan bir yara gördüm mü, yanar ta ciğerim



Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim,



Adam aldırma da git, diyemem, aldırırım



Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.



Sabır, başta peygamberler olmak üzere hak ve hakikat erlerinin en temel vasıflarındandır. Birçok ahlaki vasıf sabır sayesinde kazanılır; Müslümanca yaşamanın gerekleri sabırlı olmaya bağlıdır. Nitekim Hz. Peygamber, “İman nedir? sorusuna “Sabırlı ve hoşgörülü olmak.” Cevabını verir. (İbn Hanbel, IV, 3861.) Öyle konular vardır ki, bu durumlarda mümin, tam olarak iradesinin hakkını verdiği ve olanca tahammülünü gösterdiği için sınırsız mükâfata nail olur. (Zümer, 10.) Her halde hak ve hakikat uğrunda savaşanlar, sabrın en üst düzeyde test edildiği kimselerdir. Kur’an bunlardan bahsederken, sadece “sabır” kelimesini (işrûne sâbirûne / sabırlı yirmi kişi) kullanır ve âdeta azim ve kararlılık konusunda onların abideleştiklerine işaret eder. (Enfal, 65.) Yine sabırlı nice küçük topluluğun büyük bir topluluğa galip geldiği ifade edilir. (Bakara, 249.)



Sabır, her ne kadar kulun olanca azmini ortaya koyarak kazandığı ahlaki bir vasıf olsa da, kul yine de bu fazileti kendinden görmemeli; aksine Allah’ın bir ihsanı olduğunu bilmelidir. (Nahl, 127.) Nitekim Hz. Peygamber, “Kim sabrederse, Allah ona dayanma gücü verir. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha bereketli bir ikram verilmemiştir.” (Müslim, Zekât, 124.)



Sabretmek, hem maddi hem de manevi yönden sürekli kazandıran bir haslettir. Dünyada başarmanın, ahirette de ebedî mutluluğun formülüdür. Sabırlı olmadan ne ahlaklı olmak ne de ibadetlerin gerektiği şekilde yerine getirilmesi mümkündür. Yine sabırlı olmadan ne tahsil hayatında başarılı ne de kariyer sahibi olmanın imkânı vardır.



Mümin açısından sabırda iki yüzlülük yoktur. İşyerinde gösterilen tahammül ve hoşgörü akraba ve komşulardan esirgenmemelidir. Sokakta sabırlı olmak gerektiği gibi aile içerisinde de bu ihmal edilmemelidir. Bu açıdan çalıştığı yerde arkadaşlarından gelen sıkıntılara katlanıp da evde ölçüsüz ve kırıcı davranmak, müminin davranış tarzı değildir. Bazı insanlar, heyecanlı ve telaşlı bir yapıya sahiptirler.



Ufak bir şeyden öfkeye kapılır, çevresindekilere sitem ederler. Maruz kaldıkları olumsuz söz ve davranışlara karşı hiç tahammülleri yoktur. Oysa Hz. Peygamber, Allah’ın kullarına karşı olan davranışından hareketle bu konuda müminlere şu manidar dersi verir: “İşittiği rahatsız edici sözlere karşı Allah’tan daha çok sabreden kimse yoktur. Zira (kulları) O’na çocuk isnat ediyorlar. Allah ise onlara afiyet ve rızık veriyor.” (Buhârî Tevhid, 3.)



Namaz, Allah’tan yardım istemenin en güzel yollarından biridir. Rükusu ile secdesi ile bir nevi yardım talebidir. Sabır da kulun hal lisanı ile Mevla’nın yardımına sığınmasıdır. Ağlamadan, sızlamadan sabretmek duanın kendisidir. Bu sebeple müminlere Allah’tan yardım istemeleri emredilirken iki yol gösterilir; biri sabır diğeri de namaz. (Bakara, 153.)



Ayette geçen sabır ve namaz ilişkisini şu şekilde kurmak da mümkündür: Sabır direncinin devam etmesi için insanın manevi olarak desteklenmesi, dayanma gücü kazanması gerekir. İşte namaz, insanın  Allah’a iltica ederek ve O’nun sonsuz rahmetini umarak ayakta durmasını sağlamaktadır. Namaz mümin için şu hayat yolculuğunda en önemli yol azığıdır. Çünkü namazla şeytani vesveseler bertaraf edilmekte ve böylece insan yılgınlığa düşmeden yoluna devam edebilmektedir.



Sabrın da bir zamanı vardır. O da sıkıntı ve zorluk anıdır. Musibetle karşılaştığımızda şimdi sabır zamanı deyip tahammül göstermeliyiz. Nasıl ki, “Yusuf’u kurt yedi” denilerek kanlı gömlek Hz. Yakub’a ulaştırıldığında, sabır timsali bu peygamber “Artık benim tek çarem güzelce sabretmek.” (Yusuf, 18.) dediyse, biz de bir musibete maruz kaldığımızda, hem de geciktirmeden, bu tavrı gösterebilmeliyiz. İnsan hayatının en önemli özelliği, değişken olmasıdır. O, bir taraftan sevinci ve mutluluğu yaşarken, beklenmedik bir şekilde bir musibete de maruz kalabilir. Veya tersi de söz konusudur. Dolayısıyla hayatta sıkıntılarla mutluluklar iç içedir, biri biter,



öbürü başlar, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. (İnşirâh, 5.) Ne bütünüyle mutluluk, ne de bütünüyle keder söz konusudur. İnsan hayatı bunlar arasında akıp gider. Bu bakımdan her zaman sürprizlere ve beklenmedik gelişmelere hazırlıklı olmalıyız. Her an, hastalık, iflas veya sevdiğimiz bir yakınımızı kaybedebiliriz. İşte bu tür durumlarla karşılaştığımızda yılgınlığa düşmemeli ve yıkılmamalıyız, ağlayıp sızlamamalıyız. Bir denemeye tabi tutulduğumuzu unutmamalı ve Hz. Eyüp gibi Mevla’nın engin rahmetine sığınmalıyız. (Enbiya, 83.)



Netice olarak sabretmek, sadece konuyla ilgili İslami bilgiye sahip olmakla kazanılacak bir haslet değildir. Mümin bunun da ötesine geçip sabırlı olmayı özümseme ve nefse kabul ettirme noktasında bir gayret içerisinde olmalıdır. Her şeyden önce Allah Teala’nın bir mümini sevmesinin ve rızasına ermenin sabırlı olmaktan geçtiği unutulmamalıdır.