Sevaplarımızı Yakıp Kül Eden Hastalık

"Haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden Allah’a sığınırım." (Felak, 5.)
09/01/2012


Kur’an, insanlığın başlangıcında meydana gelen trajik bir olaydan bahseder. Olay, Hz. Adem’in iki oğlu arasında geçer. Rivayete göre onların aralarında bir ihtilaf çıkar; bunun üzerine her ikisi de kurban adağında bulunur, adağı kabul edilenin haklı olacağı konusunda anlaşmaya varılır. Ancak sadece Habil’in kurbanı kabul edilir. İşte bu olay üzerine Kabil, Habil’i öldürür. Rivayet odur ki, bu cinayetin sebebi hasettir. Çünkü Kabil, Habil’in kurbanının kabul edilmesini içine sindirememiş ve kardeşini öldürmüştür. (Mâide, 27-30.)



Kur’an’ın konuyla ilgili bize anlattığı diğer bir olay da Hz. Yusuf’un başından geçer. Kıssaya göre küçük Yusuf rüyasında on bir yıldız, güneş ve ayın kendisine secde ettiğini görür. Bir çocuk aklı, düşünde seyrettiği bu manzaraya ne anlam verebilirdi ki? O, aslında ilerde iyi bir rüya tabircisi olacaktı; ancak şimdilik gördüğü bu rüyadan hiçbir şey anlamamıştı. Konuyu babasına anlatmadan edemedi.



Hz. Yakup, rüyayı dinleyince, küçük Yusuf’un ileride ereceği yüceliği, şan ve şerefi görür gibi oldu. Oğluna dönerek ‘Sakın ha bunu kardeşlerine anlatma, aksi takdirde sana karşı bir tuzak kurarlar’ dedi. Çünkü kardeşler arasında çekememezliği körüklemek şeytanın hiç de ihmal etmediği işlerdendi. Peygamber Yakup bunu çok iyi biliyordu. Nitekim korktuğu da başına gelmişti. Çocukları Hz. Yusuf’a karşı iflah olmaz bir kıskançlığa yakalanmıştı; fitne ve fesat ateşi âdeta içlerini yakıp kavuruyordu. Hz. Yusuf’u ortadan nasıl kaldıracakları derdine düştüler. Öldürmek de dâhil değişik yollar düşündüler; ancak en son onu bir kuyunun dibine bırakmaya karar verdiler. Kıssanın devamı okunduğunda hasedin, ihanet, hilebazlık, iki yüzlülük, yalancılık gibi birçok kötülüğe nasıl da sebep olduğu açıkça görülür.(Yûsuf, 4-18.)



Haset, bazen ferdî bir sapma olmaktan çıkar, toplumsal bir boyut kazanır. Kur’an’ın bu bağlamda bize verdiği en önemli örnek İsrailoğullarıdır. Onların Hz. Peygamber’e inanmamalarının arkasında yatan en önemli sebep kıskançlıklarıydı. (Bakara, 90.) Neden? Çünkü bekledikleri peygamberin Araplardan gelmesini bir türlü hazmedemiyorlardı. Kendi kavimleri dururken, nasıl olur da Araplardan bir peygamber gelirdi? Üstelik kendileri bir peygamberler kavmiydi; asırlarca kutsal bilgiyi nesilden nesile taşımışlardı. Seçilmiş millet unvanını taşıyorlardı. İşte bütün bunları düşündükçe Hz. Muhammed’e peygamberliğin verilmesi âdeta onları çileden çıkarıyordu.



Tarihten verilen bu örnekler, hasedin sebep olduğu fitne ve fesadın insanlık cemiyetinde açtığı yaraları göstermek açısından oldukça dikkat çekicidir. Haset dün olduğu gibi bugün de ailede, toplumda, işyerinde velhasıl insanın beraber yaşadığı her yerde fertlerin birbirine düşmesine, kardeşlik ve huzurun yok olmasına sebep olmaktadır.



Haset, genellikle aralarında mesleki, iktisadi, ilmî, siyasi, sosyal ve medeni ilişkiler bulunan insanlarda baş gösterir. Aslında insanın başkalarında gördüğü güzelliklere gıpta etmesi ve onları istemesi normal bir durumdur. Yanlış olan, bu nimet ve güzelliklerden onların mahrum olmasını istemektir. Haset sahibi, başkasının sahip olduğu nimet ve imkânları ortadan kaldırmaya çalışır; bunu başaramadığı takdirde dedikodu, gıybet ve karalama faaliyetine girişir. Bu açıdan haset âdeta kötülüklerin anasıdır. İnsan ona yakalanmaya dursun; ardından birçok ahlaki sapma sökün eder.



Hasetçi, kendinden yukarıda kimsenin olmasını istemez. Haset ettiği kimsenin üstün yönlerini ve başarılarını bir türlü kabullenemez, herkesin beğendiği ve takdir ettiği özelliklerini bir şekilde karalama çabası içerisinde bulunur. Bazıları bunu açıktan yapar, muhalefetini kendince meşru gerekçelere dayandırarak sürdürür. Diğer bazıları ise bunu çok daha sinsi yol ve yöntemlerle yapar.



Kıskançlık duygusu insanda doğuştan az veya çok vardır. Ancak sağlıklı bir hayat ve toplum için, insanın bu zaafın farkına varması ve onu kontrol altında bulundurması gerekir. Kişi kendisini, haset duygusuna yol açan sebeplerin aksine davranışlara zorlaması lazımdır. Ne başkalarına haset etmek ne de başkalarının hasedine sebep olacak davranışlar içerisine bulunmak doğrudur. Bu açıdan insanların hasedini tahrik edecek söz ve davranışlardan kaçınır. Başlıkta verilen ayette belirtildiği şekilde dualarıyla da hasetçilerin şerrinden Allah’a sığınır.



Haset, insanlar arası barış ve huzuru, birlik ve beraberliği tehdit eden son derece sinsi bir hastalıktır. Üzerinde az düşünülen az konuşulan, ancak her zaman insanlar arası ilişkilerde yansımalarını izleyebileceğimiz ahlaki sapmalardan biridir. Tolstoy, hasedi ‘İnsanı alçaltan ve küçülten bir duygu’ olarak tarif eder. Kıskanç kimse, haset ettiği kimsenin veya kimselerin mutsuzluğundan hoşnut olan ve onların mutluluğunu bir türlü içine sindiremeyen kimsedir. Haset kendisini, sevgisizlik, saygısızlık, gıybet, karalama, dışlama vb. şekillerde ortaya koyar.



Haset, gittiği her yerde insanın peşini takip etmektedir. Yerler, mekânlar değişiyor, ancak insanın tabiatı değişmiyor. Sadece haset duyulan şahıslar farklılaşıyor. Nefis, şeytan, kendini avutacak, insanı fitne ve fesada sokacak birtakım vesileler daima üretiyor. Her yerde rekabet edeceği, sürtüşeceği birilerini insanın karşısına mutlaka çıkarıyor.



Haset, kişinin manevi ve ahlaki hayatını çok yönlü tahrip eden bir hastalıktır. Nitekim hadiste ‘Bir kulun kalbinde imanla haset bir arada bulunmaz’ ifadeleri geçer. (Nesâî, Cihad, 8.)Yine hadiste ‘Ateşin odunu yemesi gibi haset de iyilikleri yer’ uyarısını görüyoruz. (İbn Mâce, Zühd, 22; Ebû Dâvûd, Edeb, 44.)



İnsanlar sahip oldukları nimet ve imkânlar bakımından eşit seviyede değillerdir; farklı konum ve derecede bulunurlar. Yaratılıştan gelen veya sonradan elde edilen bu farklılığın elbette ki birçok sebep ve hikmeti vardır. (Zuhruf, 32.) Ancak netice itibarıyla bu, Yüce Yaratıcı’nın insan hakkındaki takdirinin bir sonucudur. O dilediğine nimet ve imkânlar bahşeder, dilediğinden bunları kısar; dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltır.(Âl-i İmrân, 26.)İşte haset, insanın bu ilahî takdire razı olmaması sonucunu da doğurmaktadır. Kısaca haset kişinin Mevla ile olan ilişkisini de olumsuz yönde etkilemektedir.



İnsanın akıl ve kalp yeteneklerini hayırlı işlerde ve yerli yerince kullanması önemlidir. Zihin ve gönlün dünya ve ahirete faydası olmayan konularla meşgul olması, elbette ki kişinin hayrına olan bir durum değildir. İşte haset, insana bahşedilen bu nimetlerin yanlış yerlerde kullanılması ve israf edilmesi sonucunu da doğurmaktadır. Haset hastalığına yakalanan bir kimse, beyhude bir şekilde zamanını, zihin ve idrak melekelerini bu işlerde harcamaktadır. Enerji ve potansiyelini kendisine hiç de faydası olmayan işlerde tüketmektedir.



Haset, olumsuz bir şekilde kişinin manevi hayatı ve beşerî ilişkilerini etkilediği gibi psikolojik sağlığını da etkilemektedir. Bu yönüyle aynı zamanda ruhsal ve psikolojik bir hastalıktır. Bu bakımdan hasetten arındırılmış aklı selime ve kalbi selime sahip olmak kişinin ruh sağlığı açısından da önemlidir. Hasetçi kimse başkalarındaki üstünlükleri kabullenmez. Hayat da farklılıklar ve değişkenlikler üzerine kurulduğuna göre kaçınılmaz olarak bu durumdan rahatsızlıklar duyar. İç dünyasında daima bir tatminsizliği ve gerilimi yaşar; bu da onu huzursuzluk ve üzüntülere sürükler.