Temelleri sarsılmakta olan bir sığınak: Aile

Daha çok öfke ile yaptığımız bazı yanlış davranışları gerek anne-babalar, gerekse çocuklar olarak yapmamaya gayret etmek ve öfke anında kendimizi kontrol edebilmek, bizleri daha mutlu ve paylaşımcı hâle getirebilecektir.
03/09/2012


Bir kurumda veya ortak yapılan bir işte birbirimize sevgi ve saygı içinde üretken olabilmeyi sağlayabilmek için “biz bir aileyiz” deriz. Bunun anlamı oldukça açıktır. Birbirimize sevgi ve saygı duyarsak, sorunlarımızı paylaşırsak güçlüklerde dayanışma gösterir ve yaptığımız işlerde daha başarılı oluruz. Böylece kendimizi mutlu ve huzurlu hissederiz. İşte aile kavramı genelde bu tür bir sıcaklığı ifade ederken, özelde ise anne baba ve çocukların merkezinde olduğu ve başta dede ve nineler olmak üzere diğer yakın akrabaları da kuşatan, ben değil biz anlayışıyla oluşan, sevgi merkezli kutsal bir birlikteliktir.



Aile, daha başlangıcında Allah’ın emri ve Peygamber'in kavliyle oluşan bir kurumdur. Ama bugün için evliliklerimiz aynı kutsallık anlayışı ile oluşmakta ve devam etmekte midir diye sorarsak, bu soruya gönül huzuru ile evet diyebilmek çok kolay gözükmemektedir.



Hiç şüphesiz geçmiş geride kalmıştır ve onu sadece hatırladıkça özlemle yâd etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok gibi gözükmektedir. Var olan ve aileyi yıpratan sorunlarımız ise hâlen direnen geleneksel aile yapımızı çok şükür güçlü bir şekilde sarsabilmiş değildir. Ancak çürüme başlamış ve çevresini etkilemektedir. Üzerinde durulması gereken de işte bu çürüme noktaları ve çürümelerin asgari zararla atlatılmasıdır. Bunun için önce, aile bireyleri ve ilişkiler bağlamında, aile yapımızın genel durumunu hatırlamak yerinde olacaktır.



Mevcut aile yapımızda, ailenin reisi yahut aileyle ilgili konularda birinci derecede sorumlu olan kişi, yine babadır. Bu durumda, evin ekonomik açıdan ihtiyaçlarını karşılamak da birinci derecede onun görevidir. Anneler ise, ilk ve temel görev olarak çocuklarına annelik etmelidir. Annelik görevi içerisinde, baba çalıştığı sürece, çalışıp para kazanma ve ailenin geçimini temin etme zorunluluğu yoktur. Ama eğer şartlar müsait olursa anne de çalışabilir. Fakat çocuklarına karşı sorumluluklarını ihmal etmemelidir. Onlardan, sevgi ve şefkatini eksik etmemeli, iş hayatı çocuklarını geri plana itmemelidir. Bu çerçevede, çocuklar da, bugünün şartlarında herkesin tercih ettiği ve kaçınılmaz olan eğitim hayatlarında yani okullarında başarılı olmak için çalışmalı, anne-babaları nasıl onların mutluluğu için emek veriyorsa, aynı şekilde anne-babanın mutlu olacağı işler yapmaya gayret etmelidirler.



Mutluluk yolu olan, sevgi-saygı, merhamet gibi değerlerin öğretim yeri ve paylaşıma dayalı bir yapı olması gereken ailede, bu işlevlerin devam etmesi için öne çıkması gereken unsurlar da son derece önemlidir. Her şeyden önce tüm değişim ve dönüşümlerine rağmen, ailelerin mutluluğun önemli adreslerinin başında geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Aile, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, eşlerin birbirleriyle sükûnet buldukları, yani fizyolojik, sosyal ve ruhsal açılardan kendilerini iyi hissettikleri ortamlardır. Aynı şekilde çocuklar için de kendilerini güvende ve huzurlu hissedecekleri bir tür sığınak işlevi görür. Hatta aileleriyle sık sık çatışmalar yaşayan ergenler için dahi aile, onları her hâlleriyle sevip kabul eden en önemli destekleridir.



Gençler, yaşadıkları fiziksel, sosyo-psikolojik ve cinsel değişim ve gelişimlerinin getirdiği sorunlar karşısında aileyi bir koruyucu, kuşatıcı ve dayanak olarak görürler. İşte özellikle gençler böyle gördükleri ve bildikleri için anne-babalar da her halükârda onları sevdikleri ve yardımcı olmak istedikleri için anlık kızgınlık ve çatışmaya yol açacak davranışlar zamanla hoş görülebilmektedir. Ancak, daha çok öfke ile yaptığımız bazı yanlış davranışları gerek anne babalar, gerekse çocuklar olarak yapmamaya gayret etmek ve öfke anında kendimizi kontrol edebilmek, bizleri daha mutlu ve paylaşımcı hâle getirebilecektir. Nitekim sonradan pişman olduğumuz ve “keşke öyle davranmasaydım!” dediğimiz pek çok davranışımız öfke anındaki davranışlarımızdır maalesef.



Aile yapımızın çürüme noktalarına gelince, modern anlayışlarla birlikte biraz daha bencilliği öne çıkaran bir görünüm arz ettiği söylenebilir. En azından özverinin daha az olduğu, anne-babaların “benim de bir hayatım var!”, “ben hizmetçi miyim?” gibi feragatlerini sorguladıkları, “görevim”,“sevap”, “beni ailem için yaptıklarım mutlu ediyor” anlayışlarının küçümsendiği günümüzde, ailelerin paylaşıma dayalı kurumsal kimlik ve yapıları sarsılmaktadır. Böyle olunca, maalesef toplumumuzda, uzun zamandır süregelen çocuklu ama kimsesiz gibi yaşamak zorunda bırakılarak huzur evlerine terk edilen anne-babalar artmaktadır. Öyle ya, mademki herkes öncelikle kendini düşünecek, o hâlde desteğe, ilgiye, bakıma muhtaç olanlar başının çaresine bakacaktır. Yapılan bir araştırmaya göre, çocukları olduğu hâlde yaşlılığında yalnızlığa terk edilen anne-babaların önemli bir kısmı depresyona girmektedir. Bu durum, çocuğu olmayan anne-babalarda daha düşük orandadır. Yani çocukları olan anne-babalar için huzur evleri, hüzün evlerine dönüşmektedir. Ama bunun daha da kötüsü, sokaklara terk edilen ve çöplüklerden ekmek toplayan anne-babalardır.



Madalyonun diğer tarafı ise bundan daha az acıklı değildir. Modern aile yapılarının getirdiği bencilce anlayışlar sonucu, anne-babalı ama kimsesizlik duygusu yaşayan ve terk edilen çocukların durumu daha da vahimdir. Çünkü bu çocuklar aynı zamanda bu toplumun geleceğidirler. Çocuk yuvalarında bedenleri ısınsa da, anne-baba şefkatinden mahrum yürekleri üşüyen çocukları bir düşünsenize! İnsanlara güvensizlikle büyüyen, içlerinde öfkelerini büyüten o güzel çocukları. Hele hele sokak çocukları diye bir gerçeğimiz var ki, daha da içler acısı. Anne-babaları olmasa, belki daha rahat kabullenebilirler. Belki bu kadar sorun olmayabilir. Ama kimseleri olduğu hâlde, kimsesizlik duygusu yaşamak ne kadar zor olsa gerek. Gittikçe artan boşanmalar, üvey anne, üvey baba sendromları, ilgisizlikler vb. durumlar, en çok çocuklarımızı perişan etmektedir.



O hâlde inanç ve kültür kaynaklarımızla kesilmiş olan göbek bağlarımızı yeniden bir araya getirmeliyiz. Sahip olduğu inanç kaynakları ve tarihi birikimlerle, hazinelerin üzerinde yaşarken, bunları görmezden gelip toplumsal dinamiklerimizi yok etmeyi tercih eden bir toplum olmayı tercih etmemeliyiz.