KUR’AN’A GÖRE SAHABE GERÇEĞİ

Hakkında sayısız yazı ve kitap yazılan, araştırma yapılan sahabe konusunu kısa bir makale sınırları içinde anlatmak elbette mümkün değildir. Bu yazıda, sadece Kur’an’da sahabe kavramının nasıl geçtiğini kısaca açıklamaya çalışacağız.
01/12/2015


Sahabe Kimdir?



Sahabe hakkında farklı tarifler olsa da genel olarak; Peygamber (s.a.s.) devrine yetişmiş, onu müslüman olarak görmüş, onunla birarada bulunmuş (sobetine katılmış) ve müslüman olarak ölen arkadaşlarına (İslam’da ilk kuşak müslümanlarına)verilen özel isimdir.(1)



Peygamber (s.a.s.) çevresindeki müslümanlar hakkında çok defa ‘ashabî’ derken, gerek sahabelerin kendileri ve gerekse ikinci kuşak olan tabiiler onlar hakkında ‘sâhıbü’n-nebi’, ashâbu’n-nebi’, ‘ashâbu Rasûlillah’, ‘ashâbi Muhammed’ gibi tanımlamalar kullanmışlar. (2)



Kimilerine göre sahabe, Peygamberle bir müddet birlikte olan, onunla birlikte bir kaç gazveye katılanlardır. Bazılarına göre ise ‘sohbet etmek’ kelimesinde bir zaman tayini olmadığı için Peygamberle kısa veya uzun müddet birlikte olan, onunla sohbet eden müslüman kimseler sahabe sayılır.  Ancak alimlerin çoğu sahabe ismini, Rasûlullah ile uzun müddet beraber bulunanlar için kullanırlar. Onunla bir an karşılaşan, onu bir şekilde gören kimseye sahabe demezler.



Sahabe tanımları arasında en beğenilen İbnu Hacer’in tarifi olmuştur: “Sahabi, Peygamber’e müslüman olarak mülaki olan ve İslâm üzere ölen kimsedir. Ona mülaki olmak, onu az da olsa görmeyi, onunla az veya çok oturup kalkmayı, âmâlık sebebiyle onu görmemiş olsa bile onun yanında bulunmayı kapsar.” (3)



Sözlükte Sahabe



Sahabe (sahabi veya ashâb) kelimesinin aslı ‘sa-hi-be’ fiilidir ve bir şeye yakınlığı ve beraberliği ifade eder. (4) ‘Sa-hi-be’ fiili sözlükte; bir arada bulunmak, sohbet ve arkadaşlık etmek demektir. Ya da o onunla yaşadı, ünsiyet kurup iyi geçindi demektir.



Sahabe, bu fiilin ism-i mensubu olan ‘sahâbi’nin çoğuludur.



Aynı fiilden ismi fail (özne) olan ve bir arada yaşayan, muâşir (dost ve arkadaş)  anlamına gelen ‘sâhib’ kelimesinin çoğulu sahb; çoğulunun çoğulu ashâb da aynı manada kullanılır. (5)



Sa-hi-be kelimesi aynı zamanda korumak, himaye etmek anlamlarına da gelir. “Sahibekellah-Allah seni korusun, himaye etsin” demektir.



Sahabe kelimesi aslında bir mastardır, sâhib’in çoğulu olarak ‘sahabe’, ‘ashab’, ‘ashab’ın çoğulu olarak ta ‘esâhib’ kullanılır. (6)



“Sahabe” kelimesinin tekili olan ‘sahâbî’nin de bir kimse ile beraber yaşayıp onunla yakın arkadaş olan ve onu himaye eden kimse anlamına geldiğini söylemek mümkündür. (7)



Görüldüğü gibi sahabe kavramının sözlük manasında bir kimse ile sohbet etmek, hoşça geçinerek canciğer arkadaş olmak,  refakat etmek anlamları vardır.



Türkçe’ye arkadaş, dost, ehli, sahip, eş şeklinde aktarılıyor.



Sahabe kelimesi hadislerde arkadaş, dost, sohbet etmek, beraber olmak, eş (karı-koca), sahip (malik), himaye veya yardım etmek, bir yere mensup olmak (oranın sakini olmak), hizmetçi ve sırdaş manalarında kullanılmış. (8)



Kur’an’da Kelime Anlamıyla Sahabe



Sahabe kelimesi Kur’an’da üç âyette fiil olarak kullanılıyor.  Birisi “velâ tusâhabnî-benimle arkadaşlık etme” şeklinde.(Kehf 17/76. Lukman 31/15. Enbiyâ 21/43)



‘Sâhib-arkadaş, candan dost, sohbet arkadaşı’ farklı nisbetlerle onaltı âyette geçiyor.



Nisâ 36. âyette ‘sâhibu’l-cenb’ yakın komşu, yakınındaki arkadaş manasında,



Kalem 48. âyette ‘sâhibu’l-hût-balık’ sahibi, yani Yûnus peygamberi anlatmak üzere geliyor.



Üç âyette “sâhibuküm-sizin arkadaşınız” olarak geliyor. Her üçünde de Mekkeli müşriklere sesleniliyor. Muhammed sizin arkadaşınız, tanıdığınız, daha önceden sizin dostunuz, yani el-Emin dediğiniz insandı.(Sebe’ 34/46. Necm 53/1-2. Tekvir 81/21-22)



İki âyette ‘sâhibuhum-onların arkadaşı’şeklinde geliyor. Birincisinde yine Peygamber’e mecnûn-cinlenmiş diyen Mekkeli müşriklerin hatasına işaret ediliyor:



“Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (sâhibuhum-Muhammed'de) cinnet hali yoktur? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.” (A’raf, 7/184)



İkincisinde Hz. Sâlih’in devesini kesen eşkıyaların arkadaşlarından söz eden âyette yer alıyor. (Kamer 54/29)



Üç âyette ‘sâhibuhu-arkadaşı, dostu’ olarak geliyor. Birincisi hicret esnasında Sevr mağarasındaki Peygamber’in (s.a.s.) arkadaşı hakkında: “... hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına (sahibuhu): Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu...”(Tevbe 9/40)



İkincisi ve üçüncüsü Kehf 34 ve 37. âyette mali durumu iyi olan birinin dostuna/arkadaşına karşı övünmesi ve ona kendisini topraktanyaratan Rabbini hatırlatması bağlamında geçiyor.



‘Sâhibeyi’ iki âyette geçiyor. Hz. Yusuf zindan arkadaşlarına “...Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?” dedikten sonra iki kişin gördüğü rüyanın tabirini söylüyor ve onlara “ey zindan arkadaşlarım (sâhibeyi)” şeklinde hitap ediyor. (Yûsuf 12/39, 41)



‘Sâhibetün” iki âyette dişil formda geçiyor. Her ikisi de Allah’ın arkadaşı, sahibi, eşi olmayacağı bağlamında geliyor: “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi (sâhibetün) olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur.”(En’am 6/101. Bir benzeri:  Cinn 72/3)



İki âyette ‘sâhibetihi-eşini/karısını’şeklinde ve mahşer günü insanın düşeceği durumun  anlatıldığı bir pasajda geliyor. “İşte o gün kişi kardeşinden, kaçar. Annesinden, babasından, eşinden (sâhibetihi) ve çocuklarından. O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese 80/34-37. Bir benzeri: Meâric 70/11-13)



‘Sahâbi’nin çoğulu olan ‘ashâb’ yetmişyedi âyette geçiyor.



Bunların büyük bir bölümü kalıp halinde çeşitli inanç gruplarını, tarihteki bazı kavimleri, cennetlik ve cehennemlikleri niteliyorlar,  ya da durumlarını anlatıyorlar.



‘Ashab’ kelimesinde bir şeye iyice bağlanan, bir yere, bir bölgeye ait olup, orada sürekli kalan manası da vardır. Bu nedenle cennette sürekli kalacaklar ‘ashabu’l-cennet/Cennet halkı‘, cehennemde devamlı kalacaklar ‘ashabu’n-nâr’/azabı hak etmiş cehennem halkı veya ehli’ şeklinde anlatılıyor.



‘Ashâbu’n-nar’ yirmi âyette yer alıyor. Bu da ateşin arkadaşları, ateş ehli, yani kendi elleriyle ‘ateş’i tercih eden cehennemlikler demektir. Ahsen-i takvim üzere ve halife adayı olarak yaratılan insanın ‘ashâb-ı nar-cehennemlik’ olması, şüphesiz Allah’a nisbetle değil, insanın kendi azgınlığının ve suçlarının sonucudur. (Mesela; Bakara 2/39, 81, 217, 257, 275. Âli İmran 3/116. Mâide 5/29. A’raf 7/36, 44, 47, 50. Yûnus 10/27. Zümer 39/8 ve diğerleri)



‘Cahîm’ cehennemin diğer adıdır. ‘Ashâbu’l-cehîm’altı âyette (Bakara 2/119. Mâide 5/10, 86. Tevbe 9/112. Hacc 22/51. Hadîd 57/19),



‘Saîr’ de cehennemin bir başka adıdır. ‘Ashâbu’s-saîr’ üç âyette(Fâtır 35/6, Mülk 67/10, 11) geçiyor.



Ondörtâyette ‘ashâbu’l-cennet-cennetin arkadaşları, cennet ehli olanlar, yani cennetlikler şeklinde (Mesela; Bakara 2/82. A’raf 7/42, 44, 46, 50. Yunus 10/26. Hud 11/23. Furkan 25/24. Yasin 36/55 ve diğerleri) geçiyor. Ashabu’l-Cennet ile kasdedilen Allah (c.c.) tarafından va’dedilen, ebedî mükâfât yeri olan Cennette sonsuza kadar kalacak olanlardır.



‘Ashâbu fil’, sûreye de ismini veriyor ve bir âyette yer alıyor. Hz. Muhammed’in doğumundan iki ay kadar önce fillerle birlikte Kâbe’yi yıkmaya gelenlere Kur’an’ın verdiği bir ad. (Fil Sûresi)



‘Ashâbu’s-sebt’. Cumartesi yasağını sahtekârlık ile dejenere etmek isteyen İsrailoğullarından bir grubun adı. Bir âyette (Nisâ 4/47) geçen bu ifade, cumartesi günü çalışmaları ve özellikle balık avlamaları kendilerine yasaklanmış olan grubun hatasını ve karşılaştıkları ilginç cezayı anlatıyor. 



‘Ashâbu’l-a’raf’. A’raf 7/48. Türkçe’ye genelde ‘a’raftakiler, a’raf ehli’ diye çevrilen bu kavram hakkında farklı görüşler var. “… yüzlerinden tanıdıkları kişilere; “Ne topluluğunuz, ne de büyüklük taslamanız, size hiç bir yarar sağlamadı” diye seslenecek olanlar acaba kimlerdir? M. Esed’e göre bunlar “hayattayken bu ayırd etme yetisine sahip olanlardır ki”, görünüşlerinden günahkâr olduklarını çıkardıkları kimselere seslenecekler. (9)



‘Ashâbu’l-Eyke’.Hz. Şuayb’ın peygamber olarak gönderildiği iki kavimden biri. (Diğeri Medyen idi.) Ancak ne yazık ki her iki topluluk da ellerindeki dünyalık imkanlar, servet ve saltanatla şımarmış, büyüklük taslamışlardı. Hz. Şuayb’ın davetine ve uyarılarına kulak asmadılar. Kur’an’da dört âyette geçiyor. (Hicr 15/78. Şuarâ 26/176. Sad 38/13. Kaf 50/14)



‘Ashâb-u Medyen’. Hacc 22/44. âyetinde geçen bu ifade Hz. Şuayb’ı yalanlayan, ona itaat etmeyen, bunun sonucunda cezalandırılan Medyen kavmini anlatıyor.



‘Ashâbu’l-Hicr’. Kayalık bir arazide yaşayanlar, Hicr beldesinin halkı demektir. Semûd kavmi de aynı bölgede yaşamıştı. Ama ne yazık ki onlarda kendilerine gönderilen elçiyi yalanladılar. Ancak şiddetli bir sayha ile helak edildiler. ‘Ashabu’l-Hicr’, Salih’in peygamber olarak gönderildiği Semûd kavmi de olabilir. (Hicr, 15/80-84)



‘Ashâbu’l-Kehf ve’r-Rakîm’,(Kehf 18/9) âyette geçiyor. Ashab-ı Kehf, mağara arkadaşları, mağaraya sığınanlar demektir. Hz. İsa’dan sonra putperest bir toplum içinde Tevhid dinine inanan bir grup genç, bu inancı dile getirip putpersetliğe karşı çıkmış, zalim yöneticilere itaat etmeyerek imanlarını savunmuşlardı. Sonunda cezalandırılacaklarını anlayınca bir mağaraya sığınmışlardı. Bu yiğitler Güneş takvimine göre üçyüz yıl, Ay takvimine göre 309 yıl mağarada uyutulduktan sonra uyandırıldılar.



‘Ashâbu’s-sırat’, (Tâhâ, 20/135) âyette geçen bu deyim sırat arkadaşları, yani doğru yolun arkadaşları, doğru yolu seçenler demektir. Dolaysıyla iman edenler manasına gelir.



‘Ashâbu’r-Ress ve’s-Semûd’. Bir kuyunun etrafında yaşadıkları için bu isimle anılan bir topluluk. Kur'an’da iki âyette geçmektedir. Kendilerin elçi geldiği ve tek olan bir Allah’a davet edildikleri halde peygamberlerini dinlemedikleri ve helak edildikleri anlaşılıyor. (Kaf 50/12. Furkan, 25/38)



‘Ashâbu Musa’, (Şuara 26/61) âyette yer alıyor.  Hz. Musa’ya iman eden ve onunla birlikte va’dedilmiş kurtuluşa kavuşan topluluk. (Şuarâ, 26/61-62)



‘Ashâbu’s-sefine’. Hz. Nûh’un gemisine binip kurtulanları anlatan bir deyim.



Hz. Nûh (a.s.) kavminin arasında dokuzyüzelli sene kalıp, yüzyıllarca onları doğru yola davet etiyse de, pek azı hariç, çoğu iman etmediler. Bunun üzerine Nûh (a.s.) onlara hak ettiklerini vermesi, onu ve mü’minleri kurtarması için yalvardı. (Hûd 11/38-39) Allah (c.c.) iman etmeyenlere tufan cezasını gönderdi, Nuh ile birlikte gemiye binen (ashûbu’s-sefine’yi) kurtardı. (Ankebût, 29/15)



‘Ashâbu’l-karye’. Yâsîn 36/13. âyette geçiyor. Kasabada yaşayanlar, kasaba halkı demektir. Allah (c.c.) bir şehir (karye) halkına onları uyarmak için iki tane elçi gönderdi. Sonra da onları desteklemek üzere üçüncü bir elçi daha gönderdi. Onlar o şehir halkını Hakka davet ettiler. Ancak şehir halkı onlara inanmak şöyle dursun, onları uğursuzlukla suçladılar, taşlamakla ve acı bir azap tattırmakla tehdit ettiler. (Yâsîn, 36/13-19)



‘Ashâbu’l-meymene ve ashâbu’l-yemin’. ‘Ashâbu’l-meymene’ (Vâkıa 56/8) âyette de iki defa geçiyor. Buradaki ‘meymene’, sağ anlamındaki ‘yemin’den gelir. ‘Yümn’ kökünden gelen ‘yemin’ de; ‘sağ taraf, bereket, uğur, müjde, hayır ve güç’ manalarında kullanılır. ‘Yemin’, hem ‘sağ’ hem de ‘söz’dür. Mecazen ‘sağduyu’yu yani vicdanı da ifade eder. (10)



Öyleyse ‘ashâbu’l-meymene’yi, amel defterleri şeklinde açıklamak mümkün olduğu gibi, vicdan sahipleri olarak da anlamak mümkün.



Kur’an, ‘ashâbu’ş-şimal’in zıddı olarak ‘Ashabu’l-yemîn’i beş âyette altı defa kullanıyor. (Vâkıa 56/27, 38, 90, 91. Müdessir 74/39) Türkçe’ye amel defteri sağından verilenler, dürüst ve erdemli olanlar, hesabı sağından görülenler, ahiret mutluluğuna erenler, bahtiyar kesim diye aktarılmış.



Kur’an şöyle diyor: “Daha sonra iman edenlerden olmak ve birbirine sabrı ve merhameti tavsiye etmektir. İşte böyleleri ‘meymen’e sahipleridir (meymenenin arkadaşlarıdır).” (Beled 90/16-17)



‘Ashâbu’l-meş’eme ve ashâbu’ş-şimal’. Cehennemlikleri ifade eden bir kavram.



Ashabu’l-meş’eme iki âyette ‘ashabu’l-meymenein zıddı olarak üç defa geçiyor. “Sol ehli, ne bahtsızdırlar onlar!” (Vâkıa 56/9 (2 defa), Beled 90/19) Mealler bunu, sol taraf ehli, hesabı solundan görülenler, bedbaht olanlar, amel defteri sol eline verilecekler, kötülüğe batanlar, mutsuz kimseler şeklinde çevirmişler. (11)



‘Meş’eme’, ‘sol taraf, yahut uğurun zıddı olan uğursuzluk (şemâet) manalarına gelir. ‘Ashâbu’l-meş’eme’, sol tarafta, yani alçak yerde, değersiz, kendine ve çevresindekilere uğursuzluğu dokunan kimseler demektir. Onlar ‘meymenet sahibi’ yani vicdanlı insanlar değil, vicdanları körelmiş, merhametsiz kimselerdir.



‘Ashâbu’l-şimâl’ Vâkıa 56/41. âyetteiki defa geçiyor. Kelime manası sol ehli, solun arkadaşları demektir.



‘Ashâbu’l-kubur-kabir arkadaşları’, (Mümtehine,60/13) âyette geçiyor. İnkârcıların ölülerinin durumunu ifade eden bir tabir.



‘Ashâbu’l-Uhdûd’. Uhdûd, yerdeki uzun ve derin hendek demektir. Burûc 85/4. geçen bu ifade mü’minleri ateş dolu hendeklere atarak cezalandıran, bununla eğlenen bir topluluğun Kur’an’daki adı.



Kur’an Sahabelerden Sık Sık Bahsetmektedir



İslâm kültüründe sahabe her ne kadar sadece Peygamber’in (s.a.s.) arkadaşları hakkındaözel bir kavram olsa da, Kur’an’da bu manada hiç yer almamaktadır. Ancak pek çok yerde, pek çok sebepten dolayı, sırası geldikçe onlardan bahsediyor. Şüphesiz ki Kur’an’ın ilk muhatabı onlardı ve her hitap öncelikle onlara yönelikti. Kur’an’ın inşa ettiği nesil onlardı. Kur’an’ın inşa etmek ve insanlığa örnek yapmak istediği insanlardan bahsetmemesi zaten normal olmazdı. Pek çok âyet onların zamanında olan veya onların yaptıkları olaylar üzerine indi. Âyetler onları yönlendirmek, yetiştirmek ve inşa etmek üzere geliyordu. Kur’an onların yanında gerçekleşen pek çok olaydan hareketle kıyamete kadar geçerli ilkeler ve hükümler koyuyordu.



Bundan dolayı Kur’an farklı ifadelerle, dolaylı olarak, övme ve kınama üslûbuyla, muhacir ve ensar nitelemesiyle, Peygamberle birlikte olanlar tabiriyle, bazı somut olaylardan hareketle onlardan yer yer söz etmektedirler.



‘Ensar’ kavram olarak, Muhammed’in (s.a.s.) davetini kabul edip müslüman olan,  Hicretten sonra Hz. Peygamberi ve Mekke’den gelen Muhacirleri barındıran, koruyan ve yardım eden Medineli sahabe topluluğunun özel adıdır.



‘Ensar’ kelimesi iki âyette ‘muhacir’ kavramı ile birlikte geçmektedir. Burada Ensar ile Muhacir ve onlara güzellikle uyanlarda Allah’ın razı olduğu, onlar için içinde ebedi kalacakları cennetlerin hazırlandığı haber veriliyor. (Tevbe 9/100, 117)



Bunun yanında Haşr 58/9. ayetiyle, Enfal 9/72 ve 74. ayetlerinde ‘ensar’ kelimesi geçmemekle birlikte Hz. Peygamber’e ve muhacirlere yaptıkları hizmetler ve fedekârlıklar belirtilerek methediliyorlar.Kur’an ayrıca ensar ve muhacir ayrımı yapmadan bir çok âyette Peygambere iman edip, O’na yardım eden sahabelerden övgüyle söz etmektedir. Şüphesiz ki bu gibi âyetler, sahabelerin büyük bir bölümünü meydana getiren Ensar için de geçerlidir. (Bakara 2/218. Âli İmran 3/169, 172-173. A’raf 7/157. Enfal 8/26, 64.  Tevbe 9/88-89. Fetih 48/18-19, 29)



Kur’an’nın Sahabe Tanımı



Peygamber’in davetine icabet edip müslüman olan, Kur’an’ın inşa etmesi ve Peygamber eğitimi ile öğrendikleri İslamı en güzel şekilde yaşayan, İslamı başkalarına ulaştırmak için olağanüstü çabalar gösteren ilk nesil mümüslümanlar elbette seçkin insanlardı. Onlar bütün insanlığa model şahsiyet olarak sunulan Peygamber’in (Ahzab 33/21) en seçkin öğrencileri idi. Ancak onlar da bizim gibi beşerdi. İslâma göre kimse kutsal olmadığı gibi onlar da kutsal değildi. Artıları ve eksileri vardı. Gerek vahiy süreci devam ederken, gerek Peygamberin vefatından sonra sayısız faziletli ve örnek işler yaptıkları gibi, pek çokları hatalar yaptılar. Kur’an onları vahiy sürecindeki bazı yanlışlarına işaret ediyor. Onların yanlışları üzerinden ümmete anlayış, metod, ilke ve değerler öğretiyor.



Onlar gerçek mü’minlerdi



Allah (c.c.) hem muhacirler ve ensardan oluşan ilk kuşak müslümanlara ‘gerçek mü’minler’ diyor. (Enfâl, 8/74)



Onların amacı Allah rızasını kazanmak idi



Kur’an buna bir kaç ayette işaret ediyor. “Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.” (Kehf 18/28 Bir benzeri: En’âm 6/52)



Allah (c.c.)’da onlardan razı oldu



“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. (Tevbe, 9/100)



Kur’an’ın özellikle vurguladığı gibi Allah (c.c.) Hudeybiye’de her türlü tehlikeyi göze alıp Peygamber’e biat edenlerden (Rıdvan bey’atından) razı oldu. (Fetih, 48/18–19)



Allah onlara cenneti söz veriyor.



Pek çok ayet, Peygambere iman edip, onunla birlikte İslami davete hizmet eden, bu uğurda nefesini, malını infak eden, hatta canını verenlere en büyük ödül olarak cenneti vadediyor. Bu müjdeyi de daha dünyada iken onlara ulaştırıyor. (Hadîd, 57/10. Tevbe 9/100) âyette de benzer müjdeyi görüyoruz.



Onlar kendileri ihtiyaç içinde iken bile mü’min kardeşlerini kendilerine tercih ederlerdi.  Başkasını kendisine tercih etmeye İslâm ahlâkına 'îsar' denir. Bu ahlâkın en güzel örneklerini, Muhacir-Ensar kardeşliğinde görüyoruz. Özellikle Ensar’ın kendilerine misafir olarak gelen kardeşlerini kendilerine tercih etmeleri tarihin şeref levhalarındandır. (Haşr, 59/9)



Onlar aralarında merhametli idiler.



“Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin (sabırlı ve dayanıklı), kendi aralarında merhametlidirler. (Fetih, 48/29)



Birlikte Allah'ın dinine yardım ediyorlardı



Her ne kadar Muhacirlere yardım edenlere kavramsal anlamda 'Ensar' dense de bir başka açıdan sahabenin hepsi de birer Ensar idiler. Sahabeler Peygamber’le birlikte Allah'ın dinine, İslâmî davete canlarıyla ve mallarıyla, bütün imkânlarını kullanarak yardım ettiler. Bunun üzerine Allah onlara başarı, izzet ve mükâfat verdi.



Son Söz Yerine



Sahabi olmak, İslâm’ın ilk nesline mertebe ve büyük bir şeref kazandıran sıfattır. Bunu hem Kur’an ve hem de Peygamberimiz (s.a.s.) haber veriyor. (12) Ancak her ne kadar Rasûlüllah’ı müslüman olarak görenler sahabe sayılsa da aralarında derece farkı vardır. Onların bir kısmı Mekke’de daveti duyar duymaz ilk müslüman oldular, uzun süre Peygamber’in yanında bulundular, ondan uzun yıllar ders aldılar, onun terbiyesinde yetiştiler. Kimisi onun izniyle Habeşistan’a, kimisi onunla her şeylerini Mekke’de bırakarak Medine’ye hicret ettiler. Kimisi İslâm uğrunda çeşitli işkencelere, zorluklara, imtihanlara maruz kaldılar. Kimisi ömür boyu İslâmi davet uğruna çalıştı, kimi canını verdi, kimi varlığını feda etti. Kimisi sonraki yıllarda, kimisi islâmi davete karşı bir müddet mücadele ettikten sonra müslüman oldular. Kimisi onun rahle-i tedrisinde sadık bir talebe oldu, kimisi Peygamberi sadece ziyaret etmekle yetindi. Bu açılardan sahabelerin farklı derecede, farklı fazilet sahibi olmaları doğaldır. (13)



Dipnot



(1) Uğur, M. Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, TDV Yay. Ankara 1992 s: 28-29 ve334-338

(2) Erul, B. Sahabenin Sünnet Anlayışı, TDV Yay. Ankara 2008, s: 2

(3) İbnu Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi-i Temyizi’s-Sahâbe, Dâru’l-Kütübi’l-Arabi, Beyrut Thr. 1/7

(4) el-Isfaehani, R. el-Müfredat, Kahraman Yay. İstanbul 1986, s: 405

(5) Uğur, M. Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, TDV Yay. Ankara 1992 s: 334. Erul, B. Sahabenin Sünnet Anlayışı, TDV Yay. s: 1. Efendioğlu, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 35/491-492

(6) İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru Ve Mektebet’l-Hilâl, Beyrut thr. 8/200-201

(7) Solak, M. Hadislerde Sahabe Kavramı, Yüksek Lisans Tezi, s: 24 http://kutuphane.ksu.edu.tr/e-tez/sbe/T00885/mustafa_solak_tez.pdf

(8) Bakınız: Solak, M. Hadislerde Sahabe Kavramı,  s: 37-61

(9) Esed, M. Kuran Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 1/279

(10) İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 2/1260

(11) Aynı kökten Türkçe’ye geçen ‘meş’um’; uğursuz, kötü demektir. TDK. Türkçe Sözlük, 2/1014

(12) Mesela; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe/221-222. Ahmed b. Hanbel 1/294

(13) Koçyiğit, T. Hadis Tarihi, AÜ. İ. Fakültesi Yay. Ankara 1977 , s: 71



 



Hüseyin Kerim ECE