RASULULLAH (S.A.S.) BÖYLE BUYURDU

Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Düşmanla karşılaşmayı temennî etmeyin! Çünkü siz, o esnada ne olacağını bilemezsiniz."1
10/08/2016


Ümmetine pek düşkün, mü'min müslümanların sıkıntıya düşmesi gücüne giden, onlara karşı şefkatli ve esirgeyici2 Rasulullah Muhammed (s.a.s.), Ümmetinin her ferdine bu nasihatı yapmış, bu emri vermiştir…


 


"Kim Rasule itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik." 3 buyuran Allah Teâlâ, kulu ve Rasulü Muhammed (s.a.s.)'e itaat etmeyi emretmekte ve:


 


"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasul'e itaat edin." 4 buyurmaktadır.


 


Ümmetinin sıkıntıya düşmesini istemeyen ve onlara karşı çok şefkatli olan Rasulullah (s.a.s.), düşmanla karşılaşma sırasında başa neler geleceği bilinmediği için böyle buyurmuştur… Düşman ile yapılan savaş, her zaman "Bedir" olmayabilir!.. Bazan "Uhud", bazan da "Hendek" olur…


 


Bu hadisin diğer rivayeti daha detaylı olup, konuyu apaçık beyan etmektedir…


 


Abdullah ibn Ebî Evfâ (r.a.) anlatıyor:


 


Rasulullah (s.a.s.), düşmanla karşılaştığı bazı gazâlarında (hemen harekete geçmeyip) güneş tepe noktasından batıya doğru meyledinceye kadar bekledi. Sonra ayağa kalkıp şöyle buyurdu:


 


"Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temennî etmeyiniz. Allah'dan afiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz ve biliniz ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır."


 


Sonra şöyle duâ etti:


 


"Ey Kitab'ı (Kur'ân'ı) indiren, ey bulutları yürüten ve ey düşman saflarını darmadağın eden Allah'ım, şu düşmanı perişan et ve bizi, onlara karşı muzaffer kıl!" 5


 


İmam Muhyiddin en-Nevevî (rh.a.), bu hadisin şerhinde şunları beyan eder:


 


"Rasulullah (s.a.s.)'in düşman ile karşılaşmayı temennî etmeyi yasaklamasının sebebi, bunda, şeklen insanın kendisini beğenmesi (ucb), nefsine güvenmesi, güce bel bağlaması görünüşünü yansıtmasından dolayıdır. Bu ise, bir çeşit bağiy (haddi aşmak) dır. Hâlbuki şanı yüce Allah, kendisine haksızlık yapılan kimseye yardım edeceğine dair taahhüdde bulunmuştur. Diğer taraftan böyle bir tutum, düşmana az bir değer verildiği, onun küçümsendiği anlamını da ihtivâ eder. Bu ise, ihtiyat ve kararlılığa aykırıdır.


 


Kimi ilim adamı bunu, özel bir şekilde temennînin yasaklandığı şeklinde yorumlamıştır. Bu şekilde düşmanla karşılaşmakta maslahatın bulunup, zarar görmenin söz konusu olmasında şübhe etmesi hâlidir. Yoksa savaş, tamamı ile fazilet ve itaattir. Amma doğru olan yorum birincisidir. Bundan dolayı Nebî (s.a.s.), onu: 'Ve Allah'dan afiyet dileyin' buyruğu ile tamamlamıştır.


 


Allah'dan afiyet dileme emrini ihtiva eden hadis-i şerifler pek çoktur. Afiyet ise, bedenen, dinde bâtınen, dünya ve ahirette hoşlanılmayan bütün hususların bertaraf edilmesini kapsayan genel lâfızlardan biridir.


 


"Allahım, ben Senden kendim için, sevdiklerim için ve bütün müslümanlar için genel kapsamlı bir afiyet dilerim."


 


Rasulullah (s.a.s.)'in: " Onlarla karşılaşacak olursanız sabredin" buyruğu, savaş esnasında sabra bir teşviktir. Savaşta sabır ise, onun rûkünlerinin en vurgulu olanıdır. Şanı yüce Allah, şu buyruğunda savaşma âdâbını bir arada söz konusu etmiş bulunmaktadır:


 


"Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve Allah'ı çokça zikredin. Ki kurtuluş (felâh) bulasınız.


 


Allah'a ve Rasulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şübhesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.


 


Bir de, yurtlarından refahtan şımarıp azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve (halkı) Allah'ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatandır." 6


 


Rasulullah (s.a.s.)'in: 'Bilin ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır' buyruğu da şu demektir: Allah'ın sevabı ve cennete ulaştıran sebeb, Allah yolunda kılıçlarla vuruşma ve Allah yolunda mücahidlerin yürümesi zamanındadır. İşte böyle bir zamanda siz de, samimiyetle hazır bulunun ve sebat gösterin.


 


Bu hadiste Nebî (s.a.s.)'in: ' Güneş (batıya doğru) kayıncaya kadar bekler sonra aralarından kalkar:  Ey insanlar……  diye hitab ederdi.'


 


Bu hadisten başkasında ise O'nun, günün ilk vakitlerinde savaşmayıp güneş zevâle erinceye kadar beklediği ifade edilmektedir.


 


İlim adamları derler ki: Bunun sebebi, bu zamanın savaşmaya daha uygun olmasından dolayıdır. Çünkü öğleden sonra rüzgarların esme zamanı ve nefislerin daha bir çalışkan ve gayretli olduğu vakittir. Bu da ne kadar uzarsa, onların gayretleri ve düşmanları üzerine atılganlıkları daha da artar. Buhârî'nin Sahih'inde: 'Rüzgarlar esinceye ve namaz vakti girinceye kadar geciktirir' buyurduğu kaydedilmektedir. Yine ilim adamlarının dediklerine göre, bunun bir sebebi de namaz vakitlerinin fazileti ve namaz esnasında duânın faziletidir.


 


'Sonra Nebî (s.a.s.) (tekrar) kalkıp: 'Ey Kitab'ı (Kur'ân'ı) indiren, ey bulutları yürüten…… Allahım.' (diye duâ ederdi). Burada da düşmanla karşılaşırken duâ etmenin ve Allah'dan yardım dilemenin müstehab olduğu anlaşılmaktadır. Allah, en iyi bilendir." 7


 


Muvahhid mü'minler, düşmanla savaşmak için karşılaşmayı arzu etmemelidirler… Düşmanın hidayet bulması, iman etmesi ve onlarla İslâm kardeşi olması için duâ etmeye devam ederken, tebliğ, davet ve irşâd faaliyetlerine imkânları nisbetince devam etmelidirler… Ola ki Allah, onların vesilesiyle düşmanlarına hidayet nâsib eder de, dünya ve içindekilerinden daha kıymetli bir servete, yani sevaba kavuşurlar… Dil cihadı ile tebliğ ve davet hareketini dikkatli bir şekilde sürdüren mü'min müslümanların ihlâs ile çalışması sonucu kalblerin ve beyinlerin fethi gündeme geldiği takdirde nice düşmanlar, iman etmekle dost oluverirler…


 


 Rabbimiz Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:


 


"Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: 'Gerçekten ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kimdir?


 


İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır. O zaman (görürsün ki,) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.


 


Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz."8


 


"Kötülüğü, en güzel olanla uzaklaştır. Biz, onların nitelendire geldiklerini en iyi bileniz."9


 


Kötülükleri, düşmanlıkları ve hayırsızlıkları en güzel bir şekilde savman, önlemek ve te'sirsiz hâle getirmek, mü'minlerin vazifesidir… Âlemlerin Rabbi Allah'ın yoluna hikmetle davet etmek, güzel davranmak ve iman ehline yakışır bir olgunluk göstermek, Allah'ın izni ve yardımıyla birçok düşmanın dost olmasına vesile olur…


 


"Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şübhesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir."10 buyuran yegâne hüküm koyucu ve hükmüne kimseyi ortak kılmayan Allah Teâlâ, bu ayetten sonra gelen ayetlerinde, muvahhid mü'min kullarının şöyle davranmasını emrediyor:


 


"Eğer ceza verecekseniz, size verilen cezanın misliyle ceza verin ve eğer sabrederseniz, andolsun bu, sabredenler için daha hayırlıdır.


 


Sabret, senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme.


 


Şübhesiz Allah, korkup sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir."11


 


Sabredenlerle ve iyilik yapanlarla beraber olan Allah Teâlâ böyle buyurdu!


 


Muvahhid mü'minler, düşmanla karşılaşmayı arzu etmemekle beraber, Allah'dan afiyet dilerler… Dünyada ve ahirette afiyet dileyip selâmetle olmayı istemelidirler… Belâsız, kazasız ve sıkıntısız bir hayat dilemek, huzur içinde Rabbi Allah'a gereği şekilde kulluk yapmak ve mutlu bir ömür sürebilmek, bu fânî dünyada arzulanan en güzel şeydir elbette!.. Akıllı, imanlı ve firasetli olan şahsiyetler, belâ ve musibet talebinde bulunmazlar… Bundan Allah'a sığınıp afiyet dilerler… Eğer imtihan gereği başlarına böyle bir şey gelirse, sabrın en güzeliyle sabreder, sızlanmaz ve o ânda yapılması gerekli olan kulluk vazifesini yerine getirmeye gayret ederler…


 


"Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.


 


Onlara bir musibet isâbet ettiğinde, derler ki: 'Biz, Allah'a aid (kullar)ız ve şübhesiz O'na dönücüleriz.'


 


Rabblerinden bağışlanma (salât) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır."12diye buyurur iman eden kullarının velîsi ve onları karanlıklardan kurtarıp nûra çıkaran Allah Teâlâ…13


 


Temennî etmedikleri, yani istemedikleri hâlde imtihan gereği düşman ile karşılaşan mü'min müslümanlara düşen ânın vâcibi, geri dönüp kaçmak değil, düşman ile savaşmak ve savaşta direnç gösterip sabrederek, Rabbi Allah'ı çokça anmaktır!.. Şu hakikat iyi bilinmelidir ki, muvahhid mü'min kulun cennete ulaşma yollarından birisi de, "Allah yolunda malıyla ve canıyla cihad etmektir!"


 


Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in beyan buyurduğu gibi: "Cennet, kılıçların gölgesi altındadır!"


 


Düşman karşısında sabredip direnmek ve Allah'ı çokça zikretmek, kurtuluşun, yani zafere ulaşmasının sebebidir… Muvahhid ve mücahid mü'minlerin hâli bu olmalı ve bu hâl üzere sabit kalmalı… Düşman ile savaş sırasında sıkıntılara tahammül etmek, çilelere göğüs germek ve acılara dayanmak, hem Allah'ın rızasını kazanmak, hem de zafer elde etmek için gerekli olandır…


 


"Şurasını da unutmamak gerekir ki, sabır hususunda insanların hepsi bir değildir. Rasulullah (s.a.s.)'in maiyyetinde savaşırken yaralanan bir adam, yarasının acısına dayanamayarak intihar edince, 14  Ebu Bekr es-Sıddîk (r.a.): 


 


- Afiyette olup da şükretmem, benim için belâya uğrayıp da sabretmekten daha iyidir, demekten kendini alamamıştır.


 


Bu mevzuda İmam Ali (r.a.)'ın da oğluna şöyle nasihat ettiği rivayet edilir:


 


- Yavrucuğum, kimseye meydan okuma, kavga çıkarma! Fakat seni kavgaya çağıran olursa, o zaman onun karşısına çıkıp mertçe dövüş! Çünkü o kimse zalimdir. Allah Teâlâ ise, zulme uğrayanlara yardım edeceğini va'detmiştir. 15


 


Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, zulme uğramış mustaz'aflara yardım edeceğini va'detmiş ve onları, iman edip salih amel işlemelerinden dolayı yeryüzünün vârisleri kılmış, halifeleri yapmıştır…


 


Şöyle buyurur yegâne İlâhımız Allah:


 


"Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere (mustaz'aflara) lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.


 


Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde iktidar sahibi olarak yerleşik kılalım."16


 


"O, sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. Şübhesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şübhesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir."17


 


Düşmanla karşılaşmak ve Allah'dan afiyet dilemek her mü'min müslümanın şiârı olmalıdır… Fakat düşmanla karşı karşıya gelince de gereken ne ise onun yapılması lazımdır… Hem direnecek, hem de Rabbi Allah'a dayanıp güvenerek duâ edecektir…


 


Düşmanla savaş sırasında mü'minlerin duâsı:


 


"Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et."18


 


Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a.) anlatıyor:


 


Rasulullah (s.a.s.), Ahzâb günü müşrikler aleyhine duâ edip şöyle dedi:


 


"Ey Kitab'ı (Kur'ân'ı) indiren, hesabı çabuk olan Allahım!


 


Allahım, Sen, şu düşman Arab kabilelerini bozguna uğrat!


 


Allahım, Sen, onların topluluklarını dağıt, irâdelerini sars!" 19


 


Cabir b. Abdillah (r. anhuma) anlatıyor:


 


Rasulullah (s.a.s.), Hendek Mescidi'ne geldi ve abasını çıkardı. Kalkıp ellerini semâya uzatarak müşriklere bedduâ etti, namaz kılmadı. Sonra tekrar gelip onlara bedduâ etti ve namaz kıldı.20


 


Allah'a, İslâm'a ve mü'min müslümanlara düşman olan müşrik ve kâfirlerin aleyhine duâ eden Rasulullah (s.a.s.), her hâlinde Rabbi Allah'a tevekkül eder, savaşacağı zaman Allah'a sığınır, yardımı ondan beklerdi…


 


Enes b. Mâlik (r.a.)'dan.


 


Rasulullah (s.a.s.), savaşacağı zaman şöyle duâ ederdi:


 


"Allahım, benim (yegâne) dayanağım ve yardımcım Sensin. (Düşmanlarının hilesini) Senin (desteğin)le önlerim. Senin (verdiğin güç)le (düşmana) saldırırım ve (yine) Senin (desteğin)le (düşmana karşı savaşırım.)" 21


 


Muvahhid mü'minler, yegâne önderleri ve hayat örnekleri olan Rasulullah (s.a.s.) gibi davranmalı, hangi hâlde olurlarsa olsunlar O'nun emirlerine uyup, amellerini ona göre düzenlemelidirler…


 


"Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi" adlı eserde, konumuzla ilgili hadis şerhedilirken şunlar kaydedilmiştir:


 


"Rasulullah (s.a.s.):


 


"Allah'dan afiyet isteyin" buyruğuyla, bedene aid iç ve dış hastalıklarla, dünya ve ahirete aid bütün kötülüklerden kurtulmak istemeyi tavsiye etmiştir. Çünkü yegâne koruyucu ve yardımcı Allah'dır. O'ndan başka güven kaynağı yoktur. O'nun iradesi haricinde insana hiçbir kimse afiyet kazandıramaz.


 


"Cennet, kılıçların gölgesi altındadır" cümlesiyle, Allah yolunda kılıç sallamanın sevabının cennet olduğu, kılıncın gölgesinin kılıçtan ayrılmadığı gibi cennetin de, Allah yolunda kılıç sallayan kimseden ayrılmadığı vurgulanmak istenmiştir.


 


Burada, harb aletleri içerisinde özellikle kılıcın zikredilmesinin sebebi, Rasulullah devrinde en büyük ve en faydalı harb aletinin kılıç olmasıdır. Yine, kılıcın özellikle zikredilmesinden anlıyoruz ki, Allah yolunda cihad etmek ve gerekirse bu cihadın sürekli eylem hâlinde devam etmesi gerekir. Cihadın silahlı olarak yapılması gerektiği zaman başka yollar aramaktan kaçınmalı ve Allah'ın yardım va'di gibi bir te'minatı olan müslümanlar, silahlı mücadeleye girişmelidirler."22


 


"İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır."23 buyuran Allah Teâlâ, düşmanla karşılaşmayı temennî etmeyen ve kendisinden afiyet dileyen, fakat düşmanla karşı karşıya geldiklerinde sabredip direnerek kendisini çokça zikreden mü'min müslüman kullarına hakkettikleri yardım va'dini yerine getirerek onları muzaffer etmiştir…


 


Muvahhid mü'minler, her işlerinde ve hâllerinde, başında da, devamında da, sonunda da yegâne Rabbleri Allah Teâlâ'ya tevekkül edip bağlanan, yardımı da yalnızca O'ndan bekleyen şuurlu şahsiyetlerdir…


 


Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:


 


"Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi yapayalnız ve yardımsız bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler."23


 


Muvahhid mü'minler, Rabbimiz Allah'ın beyan buyurduğu bu hakikatı katıksız iman eder ve buna göre salih amel işlerler…


 


Hangi çağda olurlarsa olsunlar, yegâne önderleri Rasulullah Muhammed (s.a.s.)'in Sünneti üzere olmaya bütün imkânlarıyla gayret eder, yalnızca O'nun izini takib edip gereğini yaparlar… Savaştan önce barışı gündeme getirir,  barış içinde tebliğ, davet ve irşâd faaliyetlerinde bulunur, insanların hidayetine vesile olmaya çalışır, düşmanların iman edip dostlar hâline gelmesine çaba gösterirler…


 


Rabbimiz Allah'ın şu emrine göre hareket etmeyi şiâr edinmişlerdir muvahhid mü'minler:


 


" De ki: ' Ey Kitab Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (Tevhid'e) gelin. Allah'dan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şey ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı rabler edinmeyelim.' Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: 'Şahid olun, biz gerçekten müslümanlarız." 24


 


Ve muvahhid mü'minler:


 


"Yalnız İslâm, başkası değil!" hakikatine iman edip hayat düstûru hâline getirenlerdir!..     


 


                         


 


Dipnot


 


1) İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, Vdğ. İst. 2014, C. 9, Sh. 407, Hds. 13242.


 


2) Bkz. Tevbe, 9/128.


 


3) Nisa, 4/80.


 


4) Nisa, 4/59.


 


5) Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B. 111, Hds. 171. B. 155, Hds. 228.


 


Kitabu't-Temennî, B. 8, Hds. 12.


 


Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B. 6, Hds. 19-20.


 


Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B. 89, Hds. 2631.


 


Sünen-i Dârimî, Kitabu's-Siyer, B. 6, Hds. 2445.


 


İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 9, Sh. 396, Hds. 13228.


 


İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, çev. Hasan Yıldız, İst. 2011, C. 8, Sh. 56, Hds. 8580.


 


Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek Ale's-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C. 4, Sh. 115-116, Hds. 2460.


 


6) Enfal, 8/45-47.


 


7) İmam Muhyiddin en-Nevevî, Sahih-i Müslim Şerhi - el-Minhâc, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C. 8, Sh. 159-160.


 


8) Fussilet, 41/33-35.


 


9) Mü'minun, 23/96.


 


10) Nahl, 16/125.


 


11) Nahl, 16/126-128


 


12) Bakara, 2/155-157.


 


13) Bkz. Bakara, 2/257.


 


14) olay için bkz.


 


Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad, B. 181, Hds. 260.


 


Kitabu'l-Kader, B. 4, Hds. 12-13.


 


Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İman, B. 47, Hds. 178-179.


 


İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 9, Sh. 256-259, Hds. 12958-12962.


 


15) Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hzr. Necati Yeniel, Vdğ. İst. 1990, C. 10, Sh. 156.


 


Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. 1983, C. 8, Sh. 468.


 


16) Kasas, 28/5-6.


 


17) En'âm, 6/165.


 


18) Bakara, 2/251,286.


 


19) Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B. 97, Hds. 144.


 


Kitabu'l-Meğâzî, B. 31, Hds. 151.


 


Kitabu't-Daavât, B. 58, Hds. 85.


 


Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B. 7, Hds. 21.


 


Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Cihad, B. 8, Hds. 1729.


 


Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Cihad, B. 15, Hds. 2796.


 


İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 17, Sh. 562-563, Hds. 25284-25285.


 


İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, C. 8, Sh. 55, Hds. 8578.


 


20) İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 17, Sh. 563, Hbr. 25286.


 


21) Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B. 90, Hds. 2632.


 


Sünen-i Tirmizî, Kitabu'd-Daavât, B. 8, Hds. 3816 (çeşitli Hadisler)


 


İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, C. 8, Sh. 54, Hds. 8576.


 


22) Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, C. 10, Sh. 156.


 


23) Âl-i İmrân, 3/160.


 


24) Âl-i İmrân, 3/64.  


 


Muhammed İslamoğlu / Vuslat Dergisi