Nasıl Bir  Eğitim, Nasıl  Bir  İnsan?

Bir ülkede meydana gelen ticari, iktisadi ve teknik gelişmeler, elbette takdire şayan ve bir milletin bekası için olması gereken şeylerdir.
07/03/2009


Ancak bundan daha mühim olanı insandır ve Onun eğitimidir. Zira insanı ruhen ve fikren besleyip mânen kalkındırmadan istenilen seviyeye ulaşmak mümkün değildir. Bir elimizle yaptığımzı, diğer elimizle yıkmak istemiyorsak insanımızı bir fazilet ve ahlâk abidesi haline getirmek mecburiyetindeyiz. Üç kıtada hakim olduğumuz devirlerde, ilay-ı kelimetullah, millet olarak birleştiğimiz ve bütün benliğimizle bağlı olduğumuz bir mukaddes gaye idi. Çünkü o devirlerde insanımız bu ulvî  gaye için eğitiliyor, bu hususta hiçbir fedakarlıktan kaçınılmıyor ve bütün imkanlar neslin, en iyi bir şekilde yetişmesi için seferber ediliyordu.



Bugün ise milletimizi birbirine bağlayan ve kenetleyen o ulvî gayenin ve manevî değerlerin yok denecek kadar zaafa uğradığını ve aramızdaki uhuvvetin adâvete, muhabbetin burûdete dönüştüğünü görüyoruz. Kendi kökünden kopmuş, dininin, tarihinin, gelenek ve göreneklerinin yabancısı olmuş, kafa ve yüreğinde mazisi adına ne varsa kaybetmiş, gayesiz, güvensiz, başıboş bir gençlikle karşı karşıya bulunuyoruz.



İnsanoğlu ne melektir, ne de şeytan, Fakat dini ve milli değerleri, ahlâkî prensipleri hiçe sayan materyalist bir eğitim sistemi ile yetiştirilirse, şeytan olmaya daha müsaiddir. Memleketimizde meydana gelen anarşik olayların, din ve tarih düşmanlığının, ateist fikirlerin büyük ölçüde okumuşlar arasında meydana geldiğine bakılınca, bugüne kadar uygulanan milli eğitim sisteminin ne kadar yanlış ve milli bünyemizi tahrip edici olduğu ortaya çıkmaktadır. Görülen o ki, cumhuriyet dönemi boyunca, gençlerimize gıda olarak sunulanlar, onları zehirlemiş bulunmaktadır.



Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Türkiye'ye gelen ve din ve tarih adına ne varsa acımasızca ve hunharca tahrip edildiğini gören Fransız yazar Claude Farrere (Türklerin Manevi Gücü) adıyla Türkçeye çevrilen kitabında; "Türkler eski hayatları ile hiç ilgi kurmadan yeni bir hayata kavuşmak için giriştikleri tecrübede muvaffak olabilirlerse çok şaşarım. Bana öyle geliyor ki bugün, kendilerine menfur gibi görünen ama onlar için tek kurtuluş yolu olan mazilerine yavaş yavaş dönmek zorunda kalacaklardır." diyor.



Aynı kitabın başka bir yerinde de şöyle yazmaktadır:



"Eski Türkiye'yi medeniyete götüren tek vasıta İslam'dı. Gerçek bir imanları vardı. Kadınları da kendileri gibi mü'mindi. Toprağına, çok çeşitli ve derin köklerle bağlı bir  halkın dinini kökünden sökmeye kalkışmanın iyi bir şey olduğunu iddia edemiyeceğim. Menşelerine çok yakın olan bir halkın, iç dünyasının temelini teşkil eden dinini kökünden sökmeye kalkışmanın çok ciddi bir iş olduğuna eminim. Ankaralı erkekler  bugün bu tehlikeli yolu seçmiş bulunuyor. Ankaralı hanımlar da öyle. Dün bu hanımlar inanıyorlardı. Bugün artık inanmıyorlar. Hiç değilse kocaları bunları böyle davranmaya zorluyorlar. Bu zorlamanın kadınlar üzerinde büyük tesiri olduğu muhakkak. Artık kendilerini istikbale götürecek hiçbir şey bulamıyorlar. Nasıl ki Ankara'yı yapan mimarlar da kendilerini eski şaheserlerin çizgilerinden faydalanarak yeni şahaserler yapmaya götürecek sanat ruhunu bulamamışlarsa. Bundan daha acı birşey olamaz."



Balkan savaşına takaddüm eden 3 Ekim 1913 tarihide bir Fransız gazetesinde  yazdığı bir makalede, "Hazırlanan bu kavgada ben, kuvvetliye karşı zayıfın, zalime karşı mazlumun, Hristiyana karşı müslümanın yanındayım." diye yazabilecek kadar Osmanlı İslam medeniyetinin hayranı bir Hristiyan olan Farrere bile Ankara'daki idarecilerin sakim düşünce ve tahribkâr uygulamalarından dine karşı davranışlarından ve inançsızlıklarından şikayetçi ve muzdarib.



Bugünkü silahlı terörün kaynağı, uygulanan yanlış, taklitçi ve tahribkâr eğitim sistemidir ve böyle bir sistem ancak okumuş cahiller, eli kalemli ve silahlı teröristler yetiştirebilir. Çünkü materyalizme tutsak olmuş kişilerden ve toplumlardan erdemli davranışlar ve fedâkarlıklar beklemek mümkün değildir. Bu bakımdan milleti idare edenlerin en mühim meselesi milli eğitim olmalıdır. Çünkü milletler, dini ve milli değerlerine bağlı, şahsiyetli bir milli eğitimle yükselir ve üstün medeniyetler kurabilirler. Siyasi, ekonomik ve kültürel yönden gerçekten hür olmak istiyorsak, bizi biz yapan dini ve milli değerlerimizle beslenen asrın imkanları ile techiz edilmiş, taklitten uzak bir milli eğitim proğramı uygulamak mecburiyetindeyiz. Bugünkü eğitim ve öğretim proğramları ile şahsiyetli ve güvenilir bir nesil yetiştirmek mümkün değildir. Şayet yetişmiş bir kısım kişiler varsa, bunlar da fedakâr, kemâl ehli bazı zevatın özel ilgi ve çabaları neticesinde o duruma gelmişlerdir.



Bir toplum yükselirken veya çökerken, bütün unsurlarıyla yükseliyor ve çöküyor. Nitekim dün eli öpülen, arılar misali durmadan dinlenmeden, usanmadan, yorulmadan büyük bir aşk ve şevk ile meydana getirdiği ruh peteğinden hiç bir karşılık beklemeden ilim ve irfan balları sunan ve devlet kuran öğretmen bugün itibar köşesinden indirilmiş sıradan bir vatandaş konumuna düşmüş ve büyük ölçüde öğretmenlik özelliğini yitirmiş ve böylece okulu, öğretmeni, öğrencisi ve ders kitapları ile koskoca bir müessese milli benliğini kaybetmiş, yabancı kültürlerin istilasına uğramış, millete rağmen milli değerleri tahrikte ön sıraları almıştır.



Milli eğitimin gayesi İYİ İNSAN yetiştirmek  olmalıdır. İYİ İNSAN, inanan, inancının gereğini yerine getiren, Kur'an ahlâkı ile ahlâklanmış, dürüst, çalışkan, fedâkâr insan demektir.



İYİ İNSAN, aşırı olmayan dengeli insandır. Çünkü aşırılıklar dengeyi bozar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Aşırılar helâk olmuştur."(Müslim) buyurdular ve bunu üç kere tekrarladılar.



İYİ İNSAN yetiştirmek için eğitimin şu üç boyutunu en iyi şekilde tatbik etmek gerekir.



1. Bilgilendirmek.



2. Yönlendirmek.



3. Uygulamak.



BİLGİLENDİRMEK



Eğitimin temel vazifelerinden biri de yönlendirmektir. Gayesiz ve hedefsiz bırakılmış yönlendirilmemiş fert ve toplumlar kendi içlerinde kargaşa ve anarşiye düçar olurlar. Onun için insanımızı düşünce, niyet, akıl yürütme, söz ve amelleri hususunda yönlendirmeliyiz.



Düşünceyi, hâyalden, hakikate.



Niyeti, kötüden iyiye.



Akıl yürütmeyi, nefsi mütalalardan, naslara istinad ettirmeye,Sözleri, yalandan, doğruya, Şirkten, nifaktan, tevhide; malayani, gıybet, dedikodu ve iftiradan, irşad ve tebiğe; kalabalıktan letafete; luzumsuz olandan lüzumlu olana çok konuşmaktan az ve öz konuşmaya, yerinde ve zamanında olan konuşmaya; batılı müdafaadan, hakkı müdafaaya.



Şeyh Sadi Şirazi şöyle der: "İki şey akıl hafifliğini gösterir: Söylenecek yerde susmak, susacak yerde söylemek."



Amelleri: Riyadan, ihlasa, faydasızdan, faydalıya, geçicilikten, sürekliliğe, rastgelelikten, planlıya, dağınıklıktan, disipline, ferdiyetçilikten, cemaatçiliğe, beceri gösterilmeyen yönden, beceri gösterilen yöne. Hülasa olarak, bütün sahalarda olumsuz olanlardan olumlu olanlara yönlendirmeliyiz.



Böyle bir eğitimden sonra toplumumuz, İslam'ın bir devlet nizamı olduğunu görüp, tüm tağutî sistemlerden nefret ederek, İslam nizamının hakimiyeti için her türlü fedâkarlığı gösterip bütün imkanlarını seferber edecek ve Allah yolunda ölüm bir sevda olacaktır. Ölüme koşanlar, aslında ölümü ve hayatı yayratana, Rab Tealaya koşuyorlar. Gaye Allah olunca, ona vuslat yolunda çekilen çile ve meşakkatler, belâ ve musibetler, zindanlar ve ölümler Rahmet gülistanında açan güller ve sünbüllerdir. Böyle bir bahar cünbüşünde, korku ile ümidin hasret ile vuslatın içiçe yaşandığı ufuklar ötesine yapılan sevda yolculuğu ne güzeldir.