Fitne ve Fesadın Başka Bir Versiyonu:

İFTİRA VE SUÇLAMA

Terör ve suç örgütleriyle hiç alakası olmayanlara örgüt üyesi diye iftira edilmemesi gerekir.
19/12/2016


İNSANIN fert, aile ve toplum hayatında huzur, güven ve mutluluk içerisinde yaşayabilmesi için iç dünyasında, aile hayatında ve yaşadığı toplumda kendisi, ailesi ve toplum ile barışık olması, yaşadığı aile ve toplumda sulh ve sükûnun, hak ve hukuka saygının bulunması gerekir. Sulh ve sükûnun, hak ve hukukun bulunmadığı toplumda güven ve huzur olmayacağı gibi zihin dünyasında, aile ve toplumda hayatında fitne ve fesat bulunan bir insan da huzurlu, mutlu ve güven içinde olamaz. Bu itibarla fitneden sakınmak gerekir. Sadece fitneden sakınmakla yetinmemek, başkalarının da fitneye düşmesine sebep olmamak, var olan fitne ateşini söndürmek, sönmesine katkı vermek gerekir. Çünkü topluma yayılan fitnenin zararı umumi olur. Yüce Kitabımız fitneden sakınma konusunda bize şöyle rehberlik etmektedir: “Öyle bir fitneden sakının ki, bu fitne içinizden yalnızca zulmedenlere dokunmakla kalmaz, zararı herkese dokunur.” (Enfal, 8/25.) Nitekim 15 Temmuz fitnesinin zararı herkese, her kesime, doğrudan veya dolaylı her ferde dokundu. 15 Temmuz’da vatana ihanet edenler, 241 masum cana kıyanlar, yüzlerce insanın yaralanmasına sebep olanlar, kamu mallarına zarar verenler; toplumun güven ve huzurunun bozulmasına, barış ve kardeşliğin zedelenmesine, fert, aile, toplum ve devlet hayatında fitne ve fesada, yalan, suçlama ve iftiranın büyümesine, nice masum insanın üzülmesine, hastalanmasına, yatağa düşmesine, eve kapanmasına, toplumda dışlanmasına ve işsiz kalmasına sebep oldular. Bu hainler; soru çaldıkları, yalan söyledikleri ve iftira ettikleri gibi yalan söylenmesinin ve iftira edilmesinin de önünü açtılar. 15 Temmuz darbe teşebbüsüne girişenlere gönül verenler, destek olanlar ve bu örgütü benimseyenler, ihanetlerinin cezasını çekmeleri gerekir.



Terör ve suç örgütleriyle hiç alakası olmayanlara örgüt üyesi diye iftira edilmemesi gerekir. İftira kanunen suç, dinen büyük günahtır. İftiranın ne kadar kötü bir şey olduğu, fert ve aileyi ne kadar rahatsız ettiği bilinen bir gerçektir. İftira, tarih boyu ahlaksız insanlar tarafından insanları suçlama ve karalama aracı olarak kullanılmıştır. İftira bir kimsenin ya suçunu başkasına yükleme, ya bir insana haset ve düşmanlık etme ya da arzularını elde edememenin intikamını almak için yapılmıştır. Mesela Züleyha, murat almak istediği, ancak emeline alet olmayan namus timsali Hz. Yusuf’a zina suçu isnat etmiş, Hz. Yusuf bu yüzden senelerce hapiste yatmıştı. (Yusuf, 12/24-36.) Münafıklar, Medine’de âlemlere rahmet olan sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in güzide eşi Hz. Aişe validemize iftira atmışlardı. Amaçları Peygamberimizin ailesine zarar vermekti. Bu sebeple Hz. Aişe validemiz çok üzülmüş ve bu yüzden hastalanmıştı. Yüce Allah, hakkında ayetler indirip onu ibra etmişti. (bk. Nur, 24/11-17.) Şu örnek de işlediği suçu bir başkasının üzerine atan ve suçluyu koruyan kimse ile ilgilidir:



Medine’de Benî Zafer kabilesinden Tu’me b. Übeyrik, komşusu Rifâa ibn Zeyd’in un çuvalını ve zırhını bir gece çalar. Zeyd ibn Semin adındaki bir Yahudi’ye götürür ve ona emanet bırakır. Dağarcığı götürürken, dağarcıktaki bir yırtıktan yola un dökülür. Un dağarcığı ve zırhı çalınan Rifâa, önce komşusu Tu’me’den şüphelenir. Tu’me’ye dağarcığını sorar. Tu’me, dağarcığı görmediğine ve nerede olduğunu bilmediğine yemin eder. Rifâa, Tu’me’nin evini arar fakat bulamaz. Bunun üzerine un döküntüsünün izini takip eder. Nihayet Yahudi’nin evinde dağarcığı ve zırhını bulur. Yahudi, dağarcığı Tu’me’nin emanet bıraktığını söyler ve tanıklarıyla bunu ispat eder. Zırhı Tu’me’nin çaldığı anlaşılır. Olay, Hz. Peygamber’e intikal eder ve dava konusu olur. Tu’me’nin kabilesi geceleyin toplanır, “Hz. Peygamber’e gidelim, hırsızlık suçunu Yahudi’ye isnat edelim, Tu’me de yemin etsin. Peygamber, Tu’me’nin yeminini kabul eder, çünkü Tu’me Müslüman’dır, Yahudi’nin sözünü dinlemez, çünkü o Müslüman değildir” derler. Hz. Peygamber’e giderler ve ona, “Zırhın çalındığından Tu’me’nin haberinin olmadığını, Tu’me’nin suçsuz olduğunu, zırhı Yahudi’nin çaldığını, eğer Tu’me’nin aleyhine hükmedilirse itibarlarının kaybolacağını, zırh Yahudi’nin evinde bulunduğu için onunla mücadele etmesi gerektiğini” söylerler. Hz. Peygamber (s.a.s.) de Tu’me’nin yeminine ve kabilesinin şahadetine binaen onu savunmak ister, bunun üzerine Nisa suresinin 105-116’üncü ayetleri iner. (Taberi ve Yazır, Nisa, 24/105-112; Tirmizi, Tefsir, 5/22.) Yüce Allah, ayetlerde Peygamberimize hak ve adaletle hükmetmesini, hainleri savunmamasını, hainleri sevmediğini, günah ve suç işleyenin cezasını çekmesi gerektiğini, işlediği suçu başkasına isnat edenlerin iftira etmiş ve büyük günah işlemiş olacaklarını bildirmiştir.



Tu’me adlı kişi dört suçu birden işlemiştir: Hırsızlık yapmak, hırsızlık yapmadım diye yalan söylemek, yalan yere yemin etmek ve suçunu suçsuz bir insanın üzerine atıp iftira etmek. Benî Zafer kabilesi de altı suç işlemiştir: Tu’me’nin hırsızlık yaptığını bildikleri hâlde hırsızlık yapmadı diye yalan söylemek, Tu’me lehine yalancı şahitlik yapmak, Yahudi Zeyd b. Semin’in suçlu olmadığını bildikleri hâlde hırsızlık yaptı diye iftira etmek, haksız yere suçluyu korumak, kabile taassubunda bulunmak, iki davalı arasında hüküm verme konumunda olan Hz. Peygamber’i yanıltmaya çalışmak ve insanlardan utanıp Allah’tan utanmamak, hayâ etmemek.



Ayetlerde Tu’me ve Beni Zafer kabilesinin işlediği suçlara; “nefse ve başkasına ihanet”, “sû” yani kötülük etmek, “nefse zulüm”, “ism” yani günah, “hatîe” yani hata ve “bühtan” yani iftira denilmektedir. İnsanın suç olan bir fiili işlemesi, böylece kendisini cezaya maruz bırakması ve ilahî bir emanet olan nefsini aldatması “nefse ihanet”, “zulüm” ve “günah” olduğu gibi, kendi işlediği suçu başkasına isnat etmesi de “ihanet”, “zulüm”, “iftira” ve “günah”tır. Tu’me, hırsızlık ederek kendisini cezaya maruz bıraktığı için nefsine ihanet ve zulüm, bu suçu bir başkasının üzerine attığı için kötülük ve iftira etmekle suçlanmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.), Tu’me’nin hırsızlık suçunun sabit olduğunu ve elinin kesilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Tu’me işlediği günahına pişman olup tövbe edeceği yerde Mekke’ye kaçmış ve irtidat etmiştir. Mekke’de hırsızlık için birinin duvarını delerken duvar üzerine yıkılmış ve ölmüştür. (Taberi, Nisa, 4/105-114.) Beni Zafer kabilesi, gerçeği ortaya koyup doğruyu söylemeleri ve adil şahitlik etmeleri gerektiği hâlde yalana tevessül etmişler, Tu’me’nin işlediği suçu insanlardan gizlemeye çalışmışlar ve suçluyu kurtarmak için Allah’ın razı olmayacağı yalan ve hileli sözleri kurgulamışlardır.



Bir Müslüman hangi gerekçe ile olursa olsun bir insana iftira edemez, etmemesi gerekir, bir insanı yapmadığı şeylerle suçlayamaz, suçlamaması gerekir. Suçlayıp iftira ederse, haksız yere bir kişi şikâyet ederse, bu kimse ahlaksız, onursuz, zalim, fasık ve yalancı olur. (bk. Nur, 24/4.)



Fitne ve terör ne kadar suç ise yalan ve iftira da o kadar suçtur. Terör, mala ve cana; yalan ve iftira ise onur ve haysiyete, toplumun güven ve huzuruna zarar vermektedir. Maddi ve manevi olarak teröre, fitne ve fesada destek vermek ne kadar suç ise yalan ve iftiraya destek vermek de aynı şekilde kanunen suç, dinen büyük günah, zulüm ve fasıklıktır, toplumun huzur ve güvenini bozmaktır. Fitne ve fesadın, iftira ve karalamanın yaygınlaştığı bir toplumda huzur ve güven olmaz.



Her suçun bir bedeli vardır. (Şura, 42/40; Nahl, 16/126.) “Eğer cezalandıracaksanız, size yapılan azabın misliyle cezalandırın.” Hainler, teröristler ve müfteriler tespit edilmeli, hak ettikleri cezayı vermek, ancak hak ve adaletten ayrılmamak gerekir. (bk. Nur, 24/11.) Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletten ayırmasın. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Maide, 5/8.) Yüce Allah ve sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), dost-düşman herkese ancak adalet ve insafla muamele etmeyi, haktan ve doğruluktan ayrılmamayı, kimseye zulmetmemeyi emretmektedir: “Ey kullarım! Haberiniz olsun ki ben zulmü kendi nefsime haram kıldım. Onu size de aranızda haram kıldım. Binaenaleyh birbirinize zulmetmeyin.” (Müslim, Sahih, Birr, 55.) “Zulümden sakının, çünkü zulüm, kıyamet gününde insanı karanlıklarda bırakır.” (Müslim, Birr, 56.) Bu sebeple zulümden sakınmak, iftiranın önüne geçmek, suçsuz insanların zarar görmesini ve cezalandırılmasını önlemek gerekir.



İnsanlara iftira; onların yapmadığı şeyleri yaptı, söylemediği sözleri söyledi demek, suç isnat etmektir. İnsanlara iftira etmek ayetlerde şiddetle yasaklanmakta ve iftira edenler lanetlenmektedir. (bk. Nisa, 4/112; Nur, 24/4, 23.) İftira etmek; büyük günah, zulüm ve kul hakkı üstlenmektir. İftira etmek, içki içmekten kötüdür. Çünkü içki içen insan sadece Allah hakkını ihlal etmiştir. İftira eden insan hem Allah hem kul hakkı ihlal etmiştir. Allah içki içeni dilerse affeder, ama iftira eden insanı asla affetmez. İftira edenin, iftira ettiği kimse ile helalleşmesi gerekir.



İftira sadece ayet ve hadislerde değil kanunlarda da yasaklanmıştır. Türk Ceza Kanununda, “Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” (TCK. Md. 267.) hükmü yer almıştır.



İftiraya uğrayan insan yasal yollardan kendisini savunur, taşkınlık etmez, sabreder. Yüce Allah, sabredenlere hesapsız derecede mükâfat vaat etmektedir. (Zümer, 39/10.) İftiraya uğrayan Hz. Yusuf (a.s.), sabretti, Mısır’da maliye bakanı oldu. Yüce Allah, Hz. Aişe validemize yapılan iftira ile ilgili olarak, “Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın, aksine o sizin için bir hayırdır” demektedir. (Nur, 24/11.)



Şunu da ifade etmemiz gerekir: “Beraat-i zimmet asıldır.” Hiç kimse suçu ispat edilinceye kadar suçlu sayılamaz. Bu, hem dinimizde hem yasalarda böyledir. Bu itibarla suçlanan kimselere, yargılama sonucu suçu sabit oluncaya kadar suçlu gözüyle bakılmaması gerekir. Belki iftiraya uğramıştır, soruşturma veya mahkeme sonucu aklanacaktır.



İfade etmemiz gereken bir husus daha var, o da, “suç şahsidir.” Dinimizde de yasalarda da böyledir. Dolayısıyla bir kimsenin bir yakını suça ortak veya azmettirici değilse bir yakını suçlanamaz. Kocası terörist diye hanımı veya anne babası veya kardeşleri suçlanamaz. Suçlanırsa bu, iftira olur. Yalana ve iftiraya itibar etmek toplumun fesadına sebep olur. (bk. En’am, 5/116.)



Sonuç olarak; vatana ihanet, cana ve kamu malına zarar vermek, toplumda fitne ve fesat çıkarmak, toplumun güven ve huzurunu bozmak ne kadar kötü, çirkin, haram ve zulüm ise suçsuz insanları suçlamak, cezalandırmak, iftira etmek de o kadar kötü, çirkin, haram ve zulümdür. Terörü ve ihaneti, fitne ve fesadı önlemek (bk. Enfal, 8/73.), teröristi ve haini cezalandırmak gerektiği gibi iftirayı ve toplumda mazlumların oluşmasını önlemek ve iftira edenleri de cezalandırmak gerekir. Aksi takdirde Allah korkusu olmayan insanlar; kızdıkları, sevmedikleri, iş başında kalmasını istemedikleri veya makamına göz dikdikleri insanları şikâyet edebilir ve karalayabilirler.



Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ / Diyanet Aylık Dergi