“HADİS İLMİ”NİN İSLÂMÎ İLİMLER ARASINDAKİ YERİ

“Hz. Peygamber (s.a.s.)’le ilgili söz, fiil ve takrir şeklinde gelen veya vasıf bildiren bütün rivâyetlere Hadis denir.” (1)
17/02/2017


Konu, gerek mâhiyetî itibariyle gerekse ilimler tarihi açısından son derece geniş ve tarihî derinliği olan bir konudur. Biz burada konuyu, başlıkta geçen “Hadis” “İlim” ve “ İslâmî İlimler” tâbirlerinin ihtivâ ettiği teknik anlamlara ve bu konuda yapılan bilimsel tartışmalara girmeden, aylık bir dergide gözetilen format çerçevesinde, çok genel hatlarıyla “efrâdını câmî ağyârını mânî” bir üslûp içinde ele almaya çalışacağız.



“Hz. Peygamber (s.a.s.)’le ilgili söz, fiil ve takrir şeklinde gelen veya vasıf bildiren bütün rivâyetlere Hadis denir.” (1) Sünnet kavramı üzerinde İslâmî ilimlerden her bir disiplin kendi bakış açısına göre bir sünnet tarifinde bulunmuş (2) ise de Sünnet, kısaca Hz. Peygamber’in yaşayış tarzıdır.  Bazı İslâm âlimleri hadisi Sünnet’le eş mânâlı olarak görürler. Onlara göre Hadis ve Sünnet birdir. (3) Yâni birbirinin yerine kullanılmaktadır. Yaygın anlayış da bu yöndedir. Kavramlar arsındaki teknik ayrıntılara girmeden Hadis denilince, Sünnet; Sünnet denilince, Hadis anlaşılmaktadır.



Kur’an-ı Kerim’de otuzu aşkın âyette Hz. Peygamber (s.a.s.)'e itaat etmenin emredilmesi (4) ve özellikle, "Rasûl size neyi getirmişse alın, neyi yasaklamışsa onda da sakının" (5) meâlindeki âyette, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in tebliğâtına uymanın kesin bir şekilde emredilmesi, Kur'an'ın hüküm beyân etmediği (=meskûtun anh) konularda Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hüküm koyması ve bu hükümlere uymanın zorunlu olduğu ifâde edilmektedir.



Allah ile Peygamber'in verdiği hükümlere Müslümanların aykırı davranma muhayyerliğinin bulunmadığını (6), aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Peygamber'i hakem tayin edip onun verdiği hükme gönül hoşnutluğu ile boyun eğmedikce iman etmiş sayılmayacaklarını (7) Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlarla Allah'ı çok zikredenler için Rasulullah'ın güzel bir örnek olduğunu"(8) belirten âyetler, Hz. Peygamber'in söz ve fiillerinin müslümanlar için vazgeçilmez bir önem taşıdığını ortaya koymaktadır. "Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi, sana bilmediğin şeyleri öğretti" (9) ve "Evlerinizde okunan Allah'ın âyetleriyle hikmeti hatırlayıp üzerinde düşünün" (10) meâlindeki âyetler de Kur'an ile birlikte anılan “hikmet”in, özellikle Kur'an ile yan yana zikredildiği zaman Rasulullah (s.a.s.)'in kavlî ve fiilî sünnetini belirttiği (11) kabul edilmektedir (12)



İlim, genel anlamda, kendine özgü  hedefleri, temel önermeleri, araştırma alan ve yöntemleri olan ve bir disiplini oluşturan düzenli  bilgi şeklinde tanımlanır. (13)



İslâmî İlimler tâbîrini ise,“Müslümanların anlamlı varoluşlarının gereği olarak, konusu, amacı ve yöntemi, doğrudan İslam’ı anlamaya ve yaşamaya yönelik  bizzat Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ilmi faaliyetlerin veya ilmi disiplinlerin  tamamı” şeklinde tanımlayabiliriz. (14) Çünkü bu bilimlerin konusunun doğrudan İslâm’dır ve en belirgin sıfatıdır.



İslâmî ilimlerin müstakil ilim dalları halinde teşekkül ettiği dönemlerde, günümüzde anlaşıldığı şekliyle bir ihtisaslaşma yoktu. Bir ilim adamı, hemen bütün İslâmî ilimler hakkında az çok bilgi sahibiydi. Hicrî ilk üç asırda, ilimlerin tedivin edildiği, müstakil ilim dalları haline geldiği zamana kadar, “ilim” denilince, akla gelen genellikle Hadisidi. Tâbiîn’in büyüklerinden İbn Sîrîn (ö.110/728)’nin, hadislerin isnâdıyla zikredilmesi konusunda “Şüphe yoktur ki bu ilim, dindir. Öyleyse ilmi kimden aldığınıza dikkat edin” (15) şeklindeki sözü, bazı kaynaklarda “Bu hadis, dindir; öyleyse ilmi kimden aldığınıza dikkat edin” (16) şeklinde geçmektedir. “İmam Mâlik (ö.179/795)'in öğrencisi İbn Vehb (ö.197/812) geniş hadis bilgisi sebebiyle "ilmin divânı" diye anılması. (17) bu anlayışı yansıtması bakımından önemlidir.



“İlim”  denilince “hadis”in anlaşılması, daha sonraki dönemlerde hicrî III./IX Yüzyıldan îtibâren oluşacak olan müstakil ilim dallarına (Tefsir, Fıkıh, Kelâm, vb.)  gerek metod gerekse malzeme ve kaynak olarak yaptığı tesirin ifâdesidir.



Yukarıda ifâde edildiği üzere hadis/sünnet “din” ise, dinin (İslâm’ın) temel kaynakları da Kur’an ve Hadis/Sünnettir. Dolaysıyla İslâmî ilimlere âit her bir ilim dalı, mutlaka hadise/sünnete temel kaynak olarak başvurmaktadır. “Hadis’in /Sünnet’in doğrudan ya da dolaylı etkilemediği hiçbir İslâmî bilim dalı yoktur. Hatta bunu şöyle ifâde etmek belki de daha isâbetli olacaktır: Müslümanların ortaya koyduğu her türlü bilginin, Hadis’e/Sünnet’e başvurmadan üretilmiş olması düşünülemez. Çünkü Kur’an, Hz. Peygamber (s.a.s)’e Allah tarafından vahy edilmiştir. “Hz. Peygamber (s.a.s.)’i de onu tebliğe (18), tebyîne (19), ittibâya (20) ve bu konuda kullarını inzar etmeye (uyarmaya) (21) memur etmiştir.” (22)



O (s.a.s.), Kur’an’ı, Allah’ın kendisine verdiği görev istikâmetinde tebliğ etmiş, açıklamış ve bizzat yaşamıştır. O’nu ahlâkından sorulduğu zaman Hz. Âişe (r.a.): “O’nun ahlâkı Kur’an’dı”(23) buyurarak, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Kur’an’ı hayatında nasıl yaşadığını çok açık bir şekilde anlatmıştır. İşte Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sözleri, fiilleri ve takrirleri demek olan “hadis/sünnet” kavramı, Allah’ın dinini anlama ve hayata tatbik etmede teorik ve pratik olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’in getirmiş olduğu nebevî metoddur.(24) İslâmî ilimler arasındaki yeri ise, Kur’an’ın hemen yanı başındadır. Kur’an’ın doğru anlaşılıp yorumlanması ancak hadis/sünnet ile beraber mümkün olur.



“Kısaca din yani İslâmiyet, “Kur’an ve Sünnet bütünlüğü” içinde vaz’ edilmiştir. Kur’an’ı, sünnetten ayrı düşünmek, Kur’an’ı anlamamaktır. Bu, Peygambersiz bir din hayal etmek demek olur ki, o da muhaldir. Kur’an’da bizzat Hz. Peygamber’e uyulması istenmiş, Kur’an ve Sünnet bütünlüğü tekrar tekrar vurgulanmıştır.” (25)



Kur’an ve Sünnet bütünlüğünü ifâde etme konusunda Ebu’l-Âlâ Mevdûdî’nin şu tesbitini, önemine binâen aynen aktarıyoruz:



“Bu iki unsur (=Kur’an ve Hz. Peygamber) et-tırnak gibi birbirine öylesine bağlıdır ki, bunları birbirinden ayırırsak, ne dinin gerçek anlamını kavrayabilir, ne de doğru yolu bulabiliriz. Kur’an’ı, Allah’ın Rasûlü’nden ayırdınız mı, bir yere varamazsınız. Kitap, Nebî olmadıktan sonra, kürekçisi olmayan bir kayık gibidir. Bu kayıkla acemi yolcular, hayat denizinde ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, gitmek istedikleri yere varamazlar. Kitapsız bir Peygamber ise, ışığı olmayan bir kılavuz gibidir. Bu gibi durumlarda insanlar, Allah’a varmak isterken, kendilerine yol gösteren kılavuza “ilah” diyerek tapmaya başlarlar. Bunun birçok örneğini geçmiş kavimlerde gördük. Örneğin, Hindu’lar kendi peygamberlerinin hayatlarını unutup sadece kitaplarını kaptılar. Ama bu kitaplar onlar için, içlerinden çıkılmaz bir hale geldi. Ve nihayet kitaplarını da kaybettiler. Hıristiyanlar ise, kitaplarını unutup, Peygamberlerinin peşine takıldılar. O’nun kişiliği çevresinde dönmeye başladılar. Sonuç olarak, Allah’ın Peygamber’ini Allah’ın ışığı ve hatta Allah’ın oğlu yapmaktan kendilerini kurtaramadılar.



Eski çağlarda olduğu gibi çağımızda da insan, İslâm nimetine ezelden beri süregelen yine şu iki kaynaktan ulaşabilir: Birincisi, Allah’ın Kelâm’ı (Kur’an-ı Kerim), ikincisi, Sîret-i Nebevî ki, artık sadece Hz. Muhammed (s.a.s.)’in hayatı ve hadislerinde saklı bulunmaktadır. Her zaman olduğu gibi, bugün de insan İslâm’ın idrâkine ancak Kur’an-ı Kerim’i Hz. Muhammed ve Hz. Muhammed’i de Kur’an-ı Kerim vasıtasıyla kavrayarak varabilir. Her ikisini birbirinin yardımıyla anlaya bilen kimse, İslâm’ı da anlayabilmiş demektir. Aksi takdirde ne din anlaşılabilir ne de doğru yol bulunabilir.” (26)



“İslâm düşüncesini modern çağın ihtiyaçlarına ve anlayışına göre yeniden kurmakta yine Kur’an ve bilhassa hadise dayanmakla mümkün olabilecektir. Çağın ihtiyaçlarına verilecek İslâmî cevap, hadisin (daha geniş ifâdesi ile sünnetin) yeniden yorumlanmasına dayanan ilmî branşların geliştirilmesiyle kâbildir. Aksi halde Kur’an ve Hadis asıllarına dayandırılmayan teşebbüsler,akîm kalmaya, teşebbüs sahipleri de boş yorgunluğa ve başarısızlığa mahkûmdurlar. Her çağda yeni, her zaman taze, her yerde dinamik olan İslâm, ancak Kur’an ve Hadise dayandırılmış çağdaş gayret ve yorumlarla geçmişte olduğu gibi, ilim alanında üstünlük ve egemenlik sağlayabilecektir.” (27)



Bütün bu bilgilerden anlaşılan şudur ki, Hadis/Sünnet ilimleri, İslâmî ilimlerde kaynak değeri olması îtibariyle Kur’an’ın hemen yanı başında olup merkezdedir. Diğer bütün ilim dalları ister doğrudan olsun isterse dolaylı olarak Hadis’e/Sünnet’e ihtiyaç duymaktadırlar. Hz. Peygamber’i bütün incelikleriyle yakından tanımaya, O’nu ve O’nun tebligatını daha iyi anlamaya yönelik olan bütün çalışmalar, sonuçta, doğrudan Hz. Peygamber (s.a.s.) ‘in ilâhî vahyi nasıl yaşanır bir hayata dönüştürdüğünü gösteren belgelerdir. Öyleyse İslâmî hayatın gerçekleşmesinde Hadis/Sünnet, Kur’an-ı Kerim’in tefsîri ve beyânı olarak belirleyici özelliğiyle dâima dikkate alınmak durumundadır.



(Vallahua’lemubi’s-sevâb)



E - İslami İlimler ve Hadis İlmi



Hadis ilminin belli başlı bazı özelliklerine ayırdığımız bu bölüme başlamadan önce, onun öteki İslami ilimler arasındaki yerine değinmek istiyoruz. Zira hadis ilmi geçekten İslam dünyasında doğup gelişen ilim dallarına gerek metod gerekse malzeme ve kaynak olarak büyük ölçüde tesir etmiştir



1. Hukuk ve Hadis İlmi: Peygamberimizin hayatı nutuk ve konuşmaları hareketleri takrirleri ve hatta pasif davranışı Kur’an’ın yanı başında genç İslam imparatorluğu için ikinci ve önemli hukuk kaynağı teşkil etmekteydi. Bu nokta göz önüne alınacak olursa “Hadis olmasaydı, hiç kuşkusuz fıkıh bir ilim olmazdı” sözü gerçeğin bir ifadesi olmuştur.



2. Tefsir İlmi ve Hadis: Kur’an’ın ayetlerinin anlaşılmasını hedef alan tefsir ilmi başlangıç itibariyle sadece hadise dayanmaktaydı. Bu gerçeğin devamı niteliğinde olmak üzere ve zorunlu olarak müfessirler ve Kur’an’ın tefsir ve tevilinde sünnete başvurmuşlardır. Tefsir müstakil bir ilim dalı haline gelinceye kadar, hadisin bir parçası olarak yaşamıştır.



Tarih, coğrafya ve eski Arap edebiyatı dallarının esas kaynağı, Kur’an ve hadis olmuştur.



Unutulmamalıdır ki hadis Fıkıhtan lügate kadar uzanan ilmi ve edebi branşlara sadece malzeme olarak değil her şeyden önce inkar edilemez biçimde USUL bakımından tesir ve öncülük etmiştir. Çünkü hemen her ilim isnad sistemini kullanmayı hadisten ve hadisin kriterlerine göre almış ve kullanmıştır. Bu yüzden hadisin belli bir tesirinin bulunmadığı hiçbir İslami ilim yoktur.



Öte yandan İslam düşüncesini modern çağın ihtiyaçlarına ve anlayışına göre yeniden kurmakta yine Kur’an ve bilhassa hadise dayanmakla mümkün olabilecektir. Çağın ihtiyaçlarına verilecek İslami cevap, hadisin (daha geniş ifadesi ile sünnetin) yeniden yorumlanmasına dayanan ilmi branşların geliştirilmesiyle kabildir. Aksi halde Kur’an ve hadis asıllarına dayandırılmayan teşebbüsler akim kalmaya, teşebbüs sahipleri de boş yorgunluğa ve başarısızlığa mahkûmdurlar. Her çağda yeni, her zaman taze her yerde dinamik olan İslam, ancak Kur’an ve hadise dayandırılmış çağdaş gayret ve yorumlarla geçmişte olduğu gibi- ilim alanında üstünlük ve egemenlik sağlayabilecektir. (Anahatlarıyla Hadis)



 



Dipnot



* Eskişehir İlâhiyât Fakültesi Öğretim Üyesi.



(1). Uğur,Müctebâ.,Hadis terimleri Sözlüğü,Ankara,1992,s.110



(2). Mesela, Fıkıhçılar: Sünnet’i “Farz ve vâciplerin dışında Hz.Peygamber’den gelen hükümler” diye açıklarken; Kelâmcılar, Sünnet’i“bid’atın karşıtı” olarak anlamışlardır.(bkz. AbdülğanîAbdülhâlık, Hucciyyetü’s-Sünne, s.50 vd.;Muhammed Acac el-Hatib,  es-SünntüKable’t-Tedvîn(kahire,1971) s.15



(3). Uğur,M.,a.g.e., göst.yer.



(4). M. F. Abdulbâkî, el-Mu’cemü’l-Müfehres, il-Elfâzi’l-Kur’an’l-Kerim”



(5). Haşr,7



(6). Ahzab ,36



(7). Nisa,65



(8). Ahzab,21



(9). Nisa,113



(10). Ahzab ,34



(11. Şafii, er-Risale(thk. Ahmed Şâkir)( Şâmile), s. 77-78



(12). Kandemir, DİA,XV,s.28-29



(13). Kutlu,S.,İslam Bilimlerinin Tanım Ve Tasnifi,(http://www.sonmezkutlu.net)



(14). Kutlu,S.A.g.m.



(15). Bu ifâdeninHasen el-Basrî gibi, o dönemin diğer âlileri tarafından da zikredildiğini , İbnReceb el-Hanbelî  “Şerhuİleli’t-Tirmizî (thk.SeyyidSubhiCâsim  el Humeyd), Bağdad,thrz. s.90‘da nakletmektedir.



(16). El-Hatib el-Bağdâdî,Ebû Bekir Ahmed bin Ali, el-Câmî li-Ahlâki’r-Râvî ve Âdâbi’s-Sâmî (thk.Mahmud et-Tahhan, Mektebetü’l-Maârif, Riyad,h.1403,I,1994-196,210



(17). Kutluer,İ.,DİA,XXII,111, “ilim” mad.



(18). Mâide , 67; Şûrâ, 48.



(19). Nahl, 44.



(20). En’am , 106; Yunus , 109.



(21). Şuarâ , 214; Müddesir, 1-3.



(22). Çelik,Ali.,Sünnet’in Aktüel Değeri,s.25



(23). Müslim, Müsâfirîn, 139.



(24). Kardâvî, Sünneti Anlamada Yöntem (Trc. Bünyamin Erul), s.23.



(25). Çelik,Ali.,a.g.e.,s.26



(26). Ebu’l-Âlâ Mevdûdî, Tarih Boyunca TevhidMücâdelesi ve Hz.Peygamber’in Hayatı, (Trc. AhmedAsrar), Üçüncü baskı, İstanbul,1992, I,19-20



(27). Çakan,İ.L.,Anahatlarıyla Hadis,(ist., 1983), s.85



 



Prof. Dr. Ali Çelik / Vuslat dergisi