İSLAM’IN HEDEFİNDE İNSAN VARDIR

“Hak uğruna mücadele eden, ancak kendisi için mücadele etmiş olur. Doğrusu Allah, âlemlerden müstağnidir.” (Ankebut, 29/6.)
20/03/2017


Meşhur bir söz vardır: “Bugün Allah için ne yaptın.” Bu sözün tam olarak doğrusu şudur: “Bugün Allah rızası için ne yaptın.” Çünkü aciz bir kul olarak insanın Allah için; yani O’nun fayda ve menfaati için bir şey yapması söz konusu değildir. Zira Allah Teala’nın zati sıfatlarından biri Kıyam bi Nefsihi; yani O’nun kendi kendisine yeterli olmasıdır. Dolayısıyla Allah’ın kimsenin yardım ve desteğine ihtiyacı yoktur.



Bilakis aciz ve muhtaç olan insandır. Bu nedenle Allah Teala, onu yaradılışından itibaren destekleyip yardım etmiştir. Öncelikle onu fıtrat üzere; yani duygu, düşünce ve davranış itibarıyla İslam üzere yaratmıştır. Ardından bu asli hasletlerin zorlu dünya hayatında bozulma ihtimaline karşı onu ilahî kaynaklı vahiyleriyle desteklemiştir.



İlahî vahiyleri içeren suhuf ve kitapların hedefinde insan; onun dünya ve ahiret mutluluğu vardır. Bu bağlamda insana doğru düşünce, düzgün amel ve güzel ahlak gerekir. İslam dini iman, amel ve ahlak olmak üzere bu üç boyuttan oluşur. Dolayısıyla İslam dininin merkezinde Allah Teala, hedefinde ise insanoğlu; onun başarı ve mutluluğu vardır.



İslam âlimleri, Kur’an ve sünnetten hareketle İslam’ın koruyup güvence altına almayı hedeflediği temel insani değerleri beş başlık altında toplamışlardır. Buna göre her insanın canı, aklı, inancı, malı ve iffeti dokunulmazlık arz eder.



Her insanın canı dokunulmazdır. Zira Allah Teala, her bir insanı bilerek ve isteyerek yaratmış ve ona yaşam hakkı tanımıştır. O, bir başkasının canına kastetmediği sürece, kimse onun canını haksız yere alamaz. Çünkü bu, Kur’an’da Allah’ın bizlere kesin emridir: “Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın.” (İsra, 17/33.)



Can dokunulmazlığı sadece Müslümanların değil, bilakis bütün insanlığın sahip olduğu temel insani bir haktır. Zira Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyrulur: “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur…” (Maide, 5/32.)



Canına kastedilen bir Müslüman olduğunda ise, durum çok daha vahim bir hâl alır. Zira Kur’an’da, haksız yere kasten bir Müslümanı öldürmenin cezası, küfrün karşılığı olan ebedî cehennemdir: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93.)



İnsanın canından sonra en değerli varlığı aklıdır. Zira insanı diğer varlıklardan ayrı ve üstün kılan husus budur. Bu nedenle Kur’an’da pek çok ayetin sonunda akla atıfta bulunulur. Bununla adeta Kur’an vahyinin bizlere, ancak onu doğru bir şekilde anlayıp özümsediğimiz takdirde fayda vereceği ifade edilir: “Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (Muhammed, 47/24.)



Aklın gıdası doğru bilgidir. Bunun yolu ve yöntemi ise, okumak ve araştırmaktır. Bu noktada Kur’an bizlere her konuda doğruya ulaşmak üzere iki farklı ayetten bahseder. Bunlardan ilki Kur’an ayetleri; yani doğru dinî veriler, ikincisi ise evrendeki ayetler; yani doğru bilimsel verilerdir: “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, …düşünen kimseler için deliller vardır.” (Bakara, 2/164.)



İnsana düşen görev ve sorumluluk, sahip olduğu akli potansiyeli en iyi şekilde kullanmak suretiyle her konuda doğruya ulaşıp ona göre hareket etmektir. İslam’da buna engel olacak her şey yasaklanıp haram kılınmıştır ki, bunların başında içki ve kumar gibi aklı devre dışı bırakan ve bağımlılık yapan hususlar gelir: “Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.” (Maide, 5/90.)



İnsanın bir diğer dokunulmazı, inancıdır. Allah Teala, cüzi irade sahibi olarak yarattığı insanoğluna inanma veya inanmama hürriyeti tanımıştır. Bu noktada hiç kimsenin bir başkasının inancına müdahale etme veya onu zorlama hakkı yoktur. Zira zorla iman ettirilen kimse, mümin değil bilakis münafık olur. Münafık ise, dinen kâfirin de altında en düşük insan tipolojisini temsil eder: “Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (Yunus, 10/99.)



İnsanoğlunun inancını değerlendirme işi Allah’a aittir. Bu konuda Müslümana yaraşan tavır, tıpkı Hz. Peygamber örnekliğinde olduğu üzere doğru ve güzel bir yol ve yöntemle İslam’ı tebliğ etmektir. Bizatihi Allah Teala, bizlere başkalarının kutsalına hakaret etmeyi yasaklamıştır: “Allah’tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler…” (En’am, 6/108.)



İslam’da dokunulmaz olan bir başka husus, insanın emek ve alın teridir. Bu nedenle hiç kimsenin, bir başkasının kazancına veya birikimine dokunması caiz değildir. Bu bağlamda Kur’an’da adi hırsızlığın yanı sıra resmî hırsızlık da açık bir şekilde yasaklanmıştır: “Aranızda mallarınızı haksızlıkla yemeyin; bildiğiniz halde günaha girerek insanların mallarından bir kısmını yemek için onu hâkimlere aktarmayın.” (Bakara, 2/188.)



Son olarak her insanın iffet ve namusu dokunulmazdır. Kimse, bir başkasının bu değerlerine dedikodu, gıybet, vb. yollarla dil uzatamaz. Nitekim bu husus, Kur’an’da çarpıcı bir misalle şu şekilde ifade edilmiştir: “Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin suçunu araştırmayın, kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah'tan sakının, şüphesiz Allah tövbeleri daima kabul edendir, acıyandır.” (Hucurat, 49/12.)



Netice itibarıyla İslam dini bütün inanç, ibadet, muamelat ve ahlak esaslarıyla insanın bu temel değerlerini koruyup güvence altına almayı hedeflemiştir. Dolayısıyla zarurat-ı diniye bizlere çok önemli bir dinî değerlendirme kıstası sağlar. Buna göre şayet bir söz, eylem veya tutum insanoğluna ait bu beş değerden herhangi birine fayda sağlıyorsa İslami, yok zarar veriyorsa bu durumda gayr-i İslami olur.



Maalesef bugün için onlarca-yüzlerce Müslüman, İslam’ın özünü oluşturan bu temel esaslardan habersiz olarak pervasız bir şekilde birbirinin canına, malına, düşüncesine, inancına, iffet ve namusuna saldırmaktadır. İşin acı yanı, bunu diline doladığı bir ayet veya hadisle Allah adına yapmaktadır. Bu durum akla; “Yarım doktor candan, yarım din adamı dinden eder.” sözünü getirmektedir. Doğrusu bu sorunun temelinde cehalet yatmaktadır. Ortalıkta şekli Müslüman, sloganı İslam, fakat düşüncesi, eylemi ve tutumu gayr-i İslami olan çok sayıda kimse dolaşmaktadır. Bu kimseler, her an için art niyetli kimse ve kesimlerin tuzağına düşmeye ve kullanılmaya hazır bir konumdadır.



Bu durumda milletimize, bilhassa da gençlerimize sağdan soldan gelme ve kulaktan dolma yarım yamalak değil, bilakis ehlinden doğru ve sağlam bir dini eğitim vermek durumundayız. Aksi takdirde İslam adına ortaya çıkan bu gayr-i İslami yanlışların önüne geçmek mümkün olmayacaktır.



 



Prof. Dr. Muammer ERBAŞ / DİYANET AYLIK DERGİ