GERÇEK KIYMET ÖLÇÜSÜ: 
SALİH VE BAKİ AMEL

“Mal ve evlat, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise Rabbinin katında, hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha layıktır.” (Kehf, 18/46.)
24/05/2021

Mekke müşrikleri kendilerini fakir Müslümanlardan üstün görür, onlara tepeden bakar, hatta onlarla bir arada bulun[1]maktan kaçınırlardı. Kur’an mal ve evlatlarının çokluğu ile Müslümanlara karşı övünen inkârcıların bu tutumlarının ne kadar anlamsız olduğunu şu misalle anlatmaktadır: Gökten inen yağmur bitkilerle karışmakta, sonra bu bitkiler canlanıp gelişmektedir. Fakat bir müddet sonra kuruyup rüzgârın savurduğu ot parçaları hâline gelivermektedirler. Dünya hayatıda böyledir; günbegün gelişir, güzelleşir, son derece canlı ve parlak hâle gelir. Ancak bir vakit sonra gerileme başlar; bu gerileme hayatın nihayet bulmasına kadar devam eder. Aşağıdaki ayet-i kerime, bütün faniliğine karşın şu dünyanın baki olan yönünü ifade etmektedir: “Mal ve evlat, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise Rabbinin katında, hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır.” (Kehf, 18/46.)



Yüce Allah dünya hayatının sonlu oluşunu bir örnekle açıkladıktan sonra mal ve evladın dünya hayatının ziyneti olduğu[1]nu belirtmiştir. Bundan şu anlaşılır: Mal ve evlat da sonludur; dünya hayatı için geçerli olan, dünya hayatının ziyneti için de geçerlidir. O hâlde insanın elin[1]den çıkması muhakkak olan varlıklara aldanarak böbürlenmesi; gurura ve kibire düşmesi ne kadar yersizdir!



Mal ve evlat dünya hayatının önde gelen, insanın hoşnutluk duyduğu nimetleridir. Kişinin ihtiyacını gidermesini, arzularına ulaşmasını, hayatta güç elde etmesini sağlar. Ayrıca bu ikisi, kendileri ile meşguliyetin ahirete hazırlıktan alıkoyabildiği temel imtihan konularındandır. Bu yüzden Yüce Allah mal ve evladın bu dünyada imtihan vesilesi olduğunu belirtmiştir. (Teğabün, 64/15.) Mal ve evlat ile imtihanın bir yönü, onları ve[1]ren Allah’ı unutmak, bu nimetlere sahip olmakla övünmek; o imkânlardan mahrum olanlara üstünlük taslamaktır. (Kehf, 18/34.) Bu imtihanın daha ileri bir aşaması da vardır ki kişi mal ve evladının çokluğu ile azgınlaşır, Allah’ı tamamen unutup isyan ve inkâra saplanır. (Müddessir, 74/11-17.) Mal ve evlat ile imtihanın diğer boyutu da bu nimetlerin verilmemesi yahut eksik verilmesidir. Böyle bir durumda doğru olan, konuya tek yönlü yaklaşmamaktır. Çünkü insan malı yahut evladı ile mutsuz olabilir. O derece ki mal ve evladın kendisine verilmemiş olmasını bile temenni edebilir. Bu yüzden insan, vermenin Allah’ın bir nimeti olduğu gibi vermemenin de O’nun bir nimeti olabileceğini düşünmelidir. Mutlak hükümranlığına boyun eğdiğinde, takdirine razı olduğunda Rabbinin kendisini çocuksuzluğa bedel başka nimetlerle taltif edeceğini bilmelidir. (Şura, 42/49-50.) Bu çerçevede erkek çocuğuna sahip olamamaktan dolayı üzüntü duymak da bir imtihan çeşididir. Nitekim İslam’dan önce insanlar böyle bir saplantı içinde idiler; kız çocuğunu ar kabul eder, toprağa gömerlerdi. (Nahl, 16/58-59.)Kendisine izzet ve şeref vesilesi olması için erkek evlat isteyen kişi, izzetin ve şerefin sadece Allah’tan kaynaklandığını unutmuş olmaktadır. Şayet kız çocuğunu Allah’ın hediyesi olarak görüp sevinç ve rıza ile karşılasa kendi oğlundan daha hayırlı bir evlada ve torunlara sahip olabilecektir. (Şa’ravi, Tefsir, XIV, 8925.)



 



İnsanların kendileri ile övündüğü mal ve evlat dünyada kendileri ile süslenilen şeylerdir; dolayısıyla hayatın zaruretlerinden değildirler. Çünkü mal ve evlat olmaksızın da kişi hayatını sürdürür. O hâlde zaruret nedir? Zaruret, dünyayı ahirete mezra, daimi nimet ve saadet yurdunu kazanmaya vesile kılan şeylerdir; “baki kalacak salih ameller”dir. Tefsir kaynaklarında baki kalacak salih amellerle ilgili çeşitli görüşler zikredilmiştir. Bazı tesbih lafızları, beş vakit namaz, bunlardandır. Ancak baki kalacak salih amellerin rivayetlerde zikredilenlerle sınırlanmaması, lafzın umumiliğine itibar edilmesi gerekir. Çünkü rivayetlerde gelen bilgiler onun genel mana ifade etmesine mani değildir. (Şevkani, Fethu’l-Kadir, III, 344.)



Bu yüzden ahiret için baki kalan, semeresi ebedî olan, kendileri ile Allah’ın rızasının kastedildiği her hayırlı amele “baki kalacak salih amel” denir. Tahir b. Aşur’a göre “el-bakıyatü’s-salihat” ifadesi amellerin iki sıfatı olarak zikredilmiştir. Söz konusu ifade “salih ve baki olan ameller” anlamına gelmektedir. (“Bakiyat” kelimesi, mal ile evladın baki olmadığına işaret etmek ve iki cümleyi ayırmak için öne alınmıştır.) Buna göre ayette sözü edilen amellerin iki özelliği vardır ki bunlardan birincisi salih, ikincisi ise baki olmalarıdır. (İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-Tenvir, XV, 332.) Amellerin salih olması, öncelikle kulun Rabbi ile sonra da diğer kullar ile arasındaki bağı onaran ameller olmasıdır. Ayrıca bu özellik, amellerin baki olması sonucunu doğurur. Amellerin baki olması, dünyada kalıcı izler bırakması, sürekli bir ecir kaynağı olmasıdır. (Müslim, Vasiyyet, 14.) Bu amellerin bir kısmı ise neticelerini ahirette verir; ihtiyaç anında faydası ortaya çıkar.



Şu fani dünyadan baki âleme giden bir yol vardır. Fenadan bekaya uzanan yolu salimen katetmek, salih ve baki ameller sayesinde mümkündür. Ancak dünyanın gözleri kamaştıran parlaklığı, onun gerçek yüzü[1]nü görmeye mani olmaktadır. Kur’an dünyanın faniliğini en yalın şekliyle anlatmakta, bu dünyada kalbe alınıp kıymet verilmeye layık olan şeylere dikkatleri çekmektedir. Olmaktan ziyade görünmenin, hakikatten ziyade imajın, vermekten ziyade sahip olmanın kıymet ölçüsü kabul edildiği; mal ve mülk, makam ve mevki, nam ve şöhretin asıl geçer akçe addedildiği bir dünyevileşme ikliminde Kur’an’ın mesajı daha anlamlı hâle gelmektedir. Çünkü Kur’an insanoğluna hatırlamak istemediği hakikati her daim şöyle diyerek hatırlatmaktadır: “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebut, 29/64.)



Dr. Abdülkadir ERKUT