Utanmazsan Dilediğini Yap

Allah inancı sağlam ve hayâ duygusunu yitirmeyen insan, iyilik ve güzelliklere yönelir,kötülük ve haramlardan uzak durur. Buna karşılık iman ve inancı zayıf, hayâ perdesi yır-tılmış ya da aşınmış, nefsine ve şeytana yenik düşmüş insan, kötülük ve haramları kolay-ca işleyebilir. Bu konumdaki insanlardan bazısı, ne Allah’tan ne de insanlardan çekinir.Onun kapısı, kötülüklere ve günahlara açılmaya daima elverişlidir.
19/03/2009


 Kavram olarak hayâ: Makalemizin başlığı, hemen her sözünde bizim için hayat, erdem ve rahmet bulunan Peygamberimiz Hz. Muhammed’in anlam yüklüsözlerindendir. “Utanmazsan ya da yaptığından utanmayacaksan dilediğini yap” (Buharî, Edeb, 78;Enbiya, 54; Ebu Davud, Edeb, 6) şeklinde anlamlandırabileceğimiz bu özlü söz, insana özgü duygulardan birisi olan hayâ ya da utanmanın insanı kötülüklerden alıkoymada ne denli güçlü birduygu olduğunu dile getirmektedir.

    Sözlükte, utanma, çekinme, âr, namus, Al-lah korkusuyla günahtan kaçınma gibi anlamlara gelen (Sami, şemsettin, Kâmûsu Türkî, I, 194; Develioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, s.411) hayâ kelimesi, bir ahlâk terimi olarak, nef-sin çirkin davranışlardan rahatsız olup onlarıterk etmesi, (Cürcânî, şerif et-Ta'rîfât, s. 94) kötü birişin yapılmasından veya iyi bir işin terk edilmesinden dolayı kişinin yüzünü kızartan sıkıntı hali (Kadı İyâz, eş-şifâ, I, 118. Beyrut, tarihsiz, I, 118) gibifarklı şekillerde tanımlanmaktadır. Türkçe’dehayâ, insanı her türlü çirkinlikten uzak durmaya yönelten duygu ve bunu yansıtan tutumu ifadeetmektedir. Arap dilinde, “yerme”, “kınama”ve “onur kırıcı tutum ve davranış” anlamlarınagelen “âr” kelimesi de Türkçe genel olarak “ha-yâ” ile eş anlamlı kullanılmaktadır. (Develioğlu,Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, s. 411)

      Hayâ kelimesi türevleri ile birlikte Kur’an-ıKerim’de üç ayette geçmektedir. Kasas sûresin-de, Hz. şuayb’ın kızlarından birinin Hz. Musaile utanarak konuştuğu, (Kasas, 25) Ahzâb sûre-sinde de bazı Müslümanların Hz. Peygamber’iuygun olmayan zamanlarda rahatsız ettikleri,fakat Peygamberimizin, hayâsından dolayı burahatsızlığı açığa vurmadığı, ancak Allah’ın ger-çeği bildirmekten hayâ etmeyeceği belirtilmek-tedir. (Ahzâb, 53) Başka bir ayette ise, müşriklerinKur’an’da arı, karınca, sinek gibi küçük varlıkla-rın örneklendirilmesinin fesahatle bağdaşmayacağı yönündeki iddialarına karşı; “şüphesiz Allah bir sivrisineği, hatta ondan daha küçük/zayıf bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez” (Bakara, 26) ayetiyle cevap verilmektedir.Bu ayetler ekseninde düşünüldüğünde,Kur’an’da hayâ kavramının; iffet ve terbiye gereği utanma ve sıkılma gibi anlamlarının yanı sıra, çekinme anlamında da kullanıldığı görülür.

    İslâm ahlâk bilginleri, kelimenin çeşitli kulla-nımlarını da dikkate alarak hayâyı çeşitli kategorilere ayırmışlardır. Örneğin seçkin İslâm bilginlerinden Mâverdî, hayâyı, a) Allah’a karşı ha-yâ, b) İnsanlara karşı hayâ c) Kişinin kendinekarşı hayâsı olmak üzere üç kısımda ele almakta ve bunları şu şekilde açıklamaktadır: Allah’akarşı hayâ, O’nun emir ve yasaklarına uymakla,insanlara karşı hayâ, onlara eziyet etmemek veyanlarında çirkin işler yapmaktan ve çirkin sözler söylemekten kaçınmakla olur. Kişinin kendine karşı hayâsı ise, edepli olması demektir. (Mâverdî, Edebü’d Dünya ve’d-Dîn, s. 392-393; Altuntaş, Halil, “Toplumun Manevî Savunma Sistemi Hayâ Duygusu”Diyanet Aylık Dergi, s. 39, Temmuz 2002, sy.139)

 

    Hayâ, fıtrat gereğidir

 

    Hayâ duygusu, doğuştan insanlarda varolan ve onu diğer canlılardan ayıran en belirginbir olgudur. İlk insan ve eşinin Yüce Yaradan’ınemrine muhalefet (zelle) neticesinde karşı karşıya kaldıkları müeyyideler sürecinde de hayâ sözkonusu olmuş köklü bir duygudur. İnsanlığınatasının hayatından bir kesiti teşkil eden busahne, Yüce Kitabımız Kur’an’da şu şekilde dilegetirilmektedir: “Bununüzerine onlar (Ademve eşi Havva) o ağa-cın meyvesindenyediler. Bu se-beple ayıp yerleri kendilerinegöründü vecennet yapra-ğından üzerle-rine örtmeyebaşladılar.Adem Rabbineisyan etti ve yolunu şaşırdı.” (Tâ-Ha, 121) Bu ayettebir yönüyle de insanınsahip olduğu hayâ duy-gusuna işaret edilmiştir. O gün-den bugüne dek en ilkel toplumlarda dahi insanlar, gerek Allah’a gerekse toplumun diğerbireylerine karşı bazı tutum ve davranışlardanhayâ duygusu gereği uzak dururlar. Bu yönüyle edep ve hayâ, özelde ilâhî dinlerin, geneldeise insanlığın ortak değer ve kabullerindendir.“Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecekgiysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’akarşı gelmekten sakınma/sorumluluk bilinci) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler),Allah’ın rahmetinin alâmetlerindendir. Belkiöğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).” (Araf,26) ayetinde yer alan “Libâsu't takvâ Takva el-bisesi…” ifadesi, hemen bütün müfessirlerceinsanın yaratılıştan sahip olduğu, onun ruhunubezeyip ahlâkını koruyan hayâ şeklinde yorumlanmıştır. Ayetle ilgili bu yorum ekseninde düşünüldüğünde, hayânın Allah’ın rahmetinin belirtisi olarak nitelendirilmesi, onun ne dereceönemli bir duygu olduğunu vurgulaması açısından dikkat çekicidir.



  Haya İmandandır



   Resûlullah (s.a.s.), hayâ ile iman arasındaönemli bir ilişkinin bulunduğuna dikkat çekmişve hayâyı bir mümin için olmazsa olmaz kabuledilen imanın bir şubesi olarak nitelendirmiştir.“İman yetmiş/altmış küsur şubedir. En üst derecesi “lâ ilâhe illallah” demek, en alt derecesi degeçenlere zarar verecek şeyleri yoldan gider mektir. Hayâ daimandan bir şu-bedir” (Müslim,İman, 58, I, 63) ha-disi, bu ilişkininanlamlı bir ifade-sidir. Aslında buhadis müminle-rin samimi birniyetle icra et-tiği eylemininimanla ilişkisi-ne de işaret et-mektedir. İslâmdünyasında yay-gın anlayışa göre,amel/fiil/eylem,imanın bir parçasıdeğildir. Dinin hükümlerini kabullendiği halde (imân),hükümlere aykırıeylemlerde bulunanMüslüman fâsık (günahkâr) olarak nitelendirilir. Başka birifadeyle İslâm’ı inkâr eden kimsedinden çıkar.Buna karşılık,inandığı haldedinin emir ve yasaklarını ihmal edenkişi, günahkâr mümindir. Bubağlamda, hayâsız bir kişininimansız olduğunu iddia etmek isabetli değildir. şu kadarvar ki, bu tür ifadeleri içerenhadisler, genelde bu konumdaki kişilerin “olgun bir mümin” olmadıkları ya da olamayacakları şeklinde yorumlanmaktadır. Kardeşinin hayâ anlayışını aşırı bulan ve ona böyle davranmaması gerektiği konusunda öğüt veren bir sahabîyi Hz. Peygamber (s.a.s.); “Ona dokunma.Çünkü hayâ imandandır.” (Buhari, İman, 16, I, 11;Müslim, İman, 12, I, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,56) sözüyle uyararak, hayânın imanla olan ilişkisine dikkat çekmiştir. Ayrıca Resûlullah (s.a.s.);“Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı dahayâdır” (Malik, Hüsnü'l- Huluk, 2, II, 905) hadisiyleİslâm’da belki de en önemli yere sahip ahlâklahayânın ilgisini dile getirmiştir.

   

 Hayâ, eylemlerimizde bir süzgeçtir



    İnsan; sağ duyusu, inancı ve hayâ duygusuile nefis ve şeytanın kötü telkinleri arasında mücadele hâlindedir. Allah inancı sağlam ve hayâduygusunu yitirmeyen insan, iyilik ve güzelliklere yönelir, kötülük ve haramlardan uzak durur. Buna karşılık iman ve inancı zayıf, hayâ perdesi yırtılmış ya da aşınmış, nefsine ve şeytanayenik düşmüş insan, kötülük ve haramları kolayca işleyebilir. Bu konumdaki insanlardan bazısı, ne Allah’tan ne de insanlardan çekinir.Onun kapısı, kötülüklere ve günahlara açılmayadaima elverişlidir. Hz. Peygamberin, “utanmadıktan sonra dilediğini yap sözü, insanların ilk peygamberden itibaren işittiği sözlerdendir”(Buhari, Edeb, 78, VII, 100; Ebu Davud, Edeb, 6. V,148-149) buyruğu, hayâ duygusunu yitirmiş kişilerinkötülükleri kolayca yapabileceğine işaret etme-nin yanı sıra, edep ve hayânın ilâhî dinlerin ortak kabullerinden biri olduğunu göstermektedir.

     Hayânın, “Toplumun Manevî Savunma Sistemi” olarak değerlendirilmesi anlamlıdır. (Doç.Dr. Halil Altuntaş’ın Diyanet Aylık Dergi, Temmuz 2002,139. sayısında yer alan “Toplumun Manevi Savunma Sis-temi Hayâ Duygusu” isimli makalesi bu konuda güzel birörnek teşkil etmektedir.) Hz. Peygamberin, “Hayâancak hayır getirir” (Buhari, Edeb, 77, VII, 100; Müs-lim, İman, 60. I, 64), “Hayânın hepsi hayırdır”(Müslim, İman, 61, I, 64; Ahmed, IV, 445) buyurmasıise hayânın iyilik ve hayra sevk etmenin yanı sı-ra, başlı başına bir hayır olduğunu göstermektedir.

  

   Gerçek mümin, Allah’tan hayâ eder



    Hayâ ile iman, hayâ ile eylem arasında varolan ilişkiler, temelde insanın Allah’tan hayâ etmesi gerektiği noktasında birleşmektedir. Hayâduygusunun esası, kısaca Allah’tan hayâ etmektir denebilir. Allah’tan hayâ etmek, O’nun emirlerine karşı gelmekten, yasaklarına uymamaktan kaçınmak şeklinde dışa yansır. Bu yansımanın temelinde, kulun; Allah’ın istemediği bir işve hal üzere bulunmaktan uzak durması vardır.(Altuntaş, s. 41) Bu da kişinin kendini kontrol etmesi, davranışlarını değerlendirmeye tabi tutması ve “...Nerede olsanız, O Allah sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir” (Hadîd, 4) ayetini, iyi özümsemesi ilemümkün olabilir. Erişilen bu şuur ve bilinç hâlini Hz. Peygamber (s.a.s.) “ihsan” diye nitele-mektedir. (Müslim, İman, 1. I, 39)

   Allah’a karşı olan hayâsı, Yusuf (a.s)’u fuhuşve kötülükten korumuştur. Gerçekten de hayâ,özellikle Allah’tan utanma duygusu imanın kuvvet ve sağlamlığından ileri gelmektedir. Al-lah’tan gereği gibi utanmamak, hayâ duygusunun azlığı, Allah’ın emirlerine muhalefet sonucunu doğurduğu için giderek insanı küfre kadargötürebilecek tehlikeli bir yoldur. Bir defasındaHz. Peygamber, “Allah Teâlâ’dan gerektiği gibihayâ ediniz” buyurmuş, kendisine, “Ey Allah elçisi! Allah’tan gereği gibi ne şekilde hayâ ede-biliriz?” sorusu yöneltilmişti. Bunun üzerine Allah’ın Resûlü; başını ve başında yer alan organları, karnını ve karna bağlı organı koruyan, dünya hayatının süsüne kendini kaptırmayan, ölümü ve çürüyüp yok olmayı unutmayan kimsenin Allah Teâlâ’dan gereği gibi hayâ etmiş olacağını haber vermiştir. (Tirmizi, Kıyâme, 24. IV, 637)Başın korunması, düşünce gücünün iyiye kullanılmasıdır. Baştaki organların korunması ise, di-nen yasaklanan şeylere bakmamak, kötü sözlere kulak vermemek, haram yememek ve yalansöylememekle gerçekleşir. Karnın korunmasıise haramla beslenmekten sakınmakla olur. (Al-tuntaş, s. 41) Hayâ duygusunun esasını oluşturması sebebi ile Allah’tan hayâ etmek konusu İslâm ahlâkı eserlerinde de geniş yer tutmaktadır.Şeyh Sâdî’nin “Yusuf ile Zeliha” adlı hikâyesinde; Yusuf’u kandırmak için ona dil döken, buarada, tapındığı put, niyetlendiği çirkin işi görmesin diye onun üzerini örten Zeliha’ya, Yusufşöyle seslenir: “Vazgeç, benden kötülük bekle-me. Sen bir taştan bile utanırken, ben nasıl olurda Allah’tan utanmamş” (Sâdî, Bostan, s. 319, İstan-bul, 1950)

  

   En güzel örneğin hayâ duygusu



   Allah’ın insanlara gönderdiği vahyi tebliğetme ve bu çerçevede Allah’a kulluk görevleri-ni yaparak öğretme görevi olan Resûlullah(s.a.s.), “şüphesiz Peygamber’de size güzel birörnek vardır.” (Ahzâb, 21) ayeti çerçevesinde, in-sanlar arası ilişkilerde de uyulması gereken birörnektir. Hz. Peygamber, görevleri arasında insan ilişkilerinin temiz ve ahlâkî bir temele otur-tulmasının da bulunduğunu şu hadisi ile ifadeetmektedir: “Ben güzel ahlâkı tamamlamaküzere gönderildim.” (Ahmed, II, 381; Malik, 1. II,904) Üstün bir hayâ duygusu taşıdığı, (Buhari, Tef-sir, 33/8, VI, 24) evinde edebiyle oturan genç birkızdan daha hayâlı olduğu bildirilen (Buhari,Edeb, 72, VII, 96; Müslim, Fedâil, 67. II, 1809) Peygamberimiz, aynı fazilete sahip olmasından dolayıHz. Osman’a özel bir değer vermiş; kendisini ziyarete gelen Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’i rahatbir vaziyette karşıladığı halde Hz. Osman geldiğinde hemen toparlanmış; bunun sebebi sorulduğunda ise “Meleklerin bile hayâ ettiği kişidenhayâ etmeyeyim miş” (Ahmed, I, 71) diyerek ce-vap vermiştir.

  Hayâ duygusu, her şeyden önce bir kişilikza’fı değil, aksine erdemlilik ve fıtratın gereğibir olgudur. Bu duygu, kişinin davranışlarınayön vermede ve kişiliğini ortaya koymada âdeta bir mihenk taşı niteliğindedir. İnsanın yaratılıştan sahip olduğu bu duygunun, gelişmesinde ve davranışlara yansımasında dinin önemlibir yeri vardır. Dünyanın değişik coğrafyalarında yaşayan Müslümanların, özellikle milletimizin, binlerce kilometre ötelerde bulunan Beytullah’a doğru ayak uzatmayı, abdest bozmayıçirkin kabul etmelerinin, Kur’an’ın asılı bulunduğu ortamlarda hareketlerini sınırlamalarınıntemelinde şüphesiz hayâ duygusu yatmaktadır.