AŞINDIRILAN DEĞERLERİMİZ: ÂİLE MÜESSESESİ

07/06/2016


Toplumları ayakta tutan bir takım değerler ve değer yargıları vardır; bu değerler, o toplumun âdetâ benliğini, kimliğini ifâde eder. Onun içindir ki toplumlar, sahip oldukları değerlerini korumak için son derece hassasiyet içindedirler.



Bizi ayakta tutan değerlerimizin başında âile kurumu gelmektedir. Bu kurum, üzerinde önemle durulması gereken bir kurumdur. Çünkü insanın birey olarak sosyal münâsebetlere giriştiği ilk topluluk âiledir. Çünkü aile, sosyalleşmenin, kişiliğin gelişmesinin tohumlarının atıldığı yuvadır.  Âile kurumu, insan hayatının tamamına yakınını kaplar. Beşikten mezara kadar, insanlar ömürlerinin %95’inden fazlasını âile içinde ve âile etrafında ve âilesi için harcarlar.



Bu sebepten, âile kurumunun ihmal edilmesi demek, toplumun ihmal edilmesi demektir.  İhmal edilmiş toplumların ise bekâsından söz edilemez.



Yüce dinimiz İslâmiyet’te, bireyin ve toplumun huzur ve saâdetini temin için korunması emredilen beş temel hak vardır. Bunlar;



1. Canın korunması / Yaşama hakkı



2. Malın korunması / Mülkiyet hakkı



3. Aklın korunması / Düşünce hakkı



4. Dinin korunması / İnanma hakkı



5. Neslin korunması /Âilenin korunması



Görüldüğü gibi, dinimizin korumasını emrettiği haklardan biri de, neslin korunmasıdır. Neslin korunması da, ancak âile kurumunun tesis edilmesiyle mümkündür. Onun içindir ki dinimiz İslâmiyet, âilenin kurulmasına ve korunmasına son derece özen göstermiş, âile yuvasının dağılmasını ise, Allah katında hoş karşılanmayan bir davranış biçimidir.



Rasûlüllah (s.a.s.): “Helallerin Yüce Allah katında en sevimsiz olanı talaktır(boşanmadır).”[1] buyurmuştur.



İslâm’da âile yapısının temel amacı, nesli korumak; iffeti korumak ve âile bireylerinin huzurunu sağlamaktır. Huzurlu bireyler, huzurlu âileleri, huzurlu âilelerde huzurlu, geleceğe güvenle bakan toplumları oluşturacaklardır. İşte bu ulvî gâyenin geçekleşmesi için de kurulacak âilenin oluşum biçimini, “NİKAH” müessesiyle belirlemiş ve nikah dışı ilişkileri kesin bir dille yasaklamış, Şirk koşmaktan sonra Zinâ’yı büyük günahlardan saymıştır.[2] Eşler ve diğer âile bireyleri arasında sevgi, saygı ve güven duygusu temelinde tüm ahlâkî kurallarının yaşanmasını âile huzuru için şart koşmuştur.



Bilgi teknolojisindeki hızlı değişim, enformasyon ve haberleşme alanındaki gelişmeler, küçülen, global bir köy haline gelen dünyamızda kültürler arası etkileşimin artması; özellikle baskın kültürlerin, insanları yoğun bir bilgi bombardımanı altına alması, toplumların kendi kimlikleri demek olan millî ve mânevî değerlerinin aşınmasına, zamanla kaybolmasına neden olabilmektedir. Bu aşınmalara mâruz kalan ve her geçen gün değer kaybına uğrayan müesseselerden biri de âile kurumumuzdur. Bir taraftan toplumda âile ve âile kurumunun mahremiyeti, kutsallığı, çocuğun yetişmesi ve topluma hazırlanmasındaki fonksiyonu gibi konulardaki bilgi eksikliği, diğer taraftan özellikle sosyal medya araçlarıyla “evlenme”, “âile”, “eş ve çocuklar” ı konu alan ancak muhtevâ yönünden pek çok sıkıntıları olan görsel ve basılı yayınların olumsuz etkileri bugün âile kurumumuzun en büyük problemlerinden birisidir. Artık âile kurumuyla ilgili, çok özel anlamlar ifâde eden pek çok kavramın içi boşalmakta, yapılacak bir takım hatırlatmalar ise, insan özgürlüğüne müdâhale olarak algılanarak insanlar için hiçbir anlam ifâde etmemektedir. Bu durum ise âile, kurumunun saygınlığı için son derece büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Peki,  bu durumda ne yapılmalıdır?



Tabiidir ki böyle iç içe dürülerek artmakta olan problemler yığınına bir anda “bunun kesin çözümü şudur” diyerek çözüm önerisinde bulunmak son derece zordur. Zira problem çok boyutlu bir problemdir. Konunun mânevî boyutu, sosyolojik boyutu, psikolojik boyutu, hukûkî boyutu, eğitim boyutu, ekonomik boyutu gibi insan hayatının tümünü kapsayan yönleri bulunmaktadır. Her din kendi kültürünü, hayata bakış açısını beraberinde getirir ve onları getirdiği ilke ve esaslar çerçevesinde düzenler. Onları korumanın ve geliştirmenin yollarını belirler; hitap ettiği toplumu o istikamette hazırlar. Teoride bu böyledir. Ancak bunun realize edilmesini, insanın etkileşime açık olması hali zorlaştırmaktadır. Bütün bu zorluklara rağmen, işe baştan başlamak gerekmektedir. Yani İslâm’ın koyduğu esas ve ilkeler çerçevesinde bir âile müessesesinin te’sisi için öncelikle bu âileyi oluşturacak neslin yetişmesine özen gösterilmesi gerekmektedir. Daha çocuk yaşta o tertemiz kalplere Allah inancı, Peygamber inancı, Âhirette hesap verme inancı hülâsa iman esasları, ibâdet esasları ve ahlâk esasları, sabır, şefkat, sevgi, merhamet, haram helal mefhumlarının ne ifâde ettiği öğretilmelidir. Bu öğretim âile içinde başlamalı sonra genişleyerek hayatın her safhasına ömür boyu yayılmalıdır. İslâm’ın genel esaslarıyla ilgili temel bilgilere yeterli derecede sahip olamayan bir toplum için, verilen hiçbir bilgi bir karşılık bulmayacak, bir anlam ifâde etmeyecektir.



İnsan denilen varlık, “olgular dünyası” ile “değerler (olması gerekenler) dünyası”nı bir arada yaşamaktadır. Eğer sahip olunan değerlerle ilgili yeterli bilgiye sahip olunmazsa, etrafımızda olup biten şeyler, yani “olgular” sizi etkileyecek ve “değerler”iniz, her geçen gün aşındırılarak kaybolup gidecektir. Neslin korunması adına âile müessesesine de bu açıdan bakılarak zayıf noktaların giderilmesine çalışılmalıdır. Her Müslüman için, “İslâm’ı şahsında temsil noktasında” ne, niçin ve nasıl olması gerektiği ile ilgili düşünceler, cevabı aranan sorulardır. Zamansız çözümler, niteliksiz açıklamalar karşılaşılan problemlere çözüm sağlamada yetersiz kalacaktır.



Burada İslâm’ın âile müessesesi konusundaki önerilerini ana hatlarıyla tekrar hatırlayalım:



Âile yuvası kurulurken dikkat edilmesi gereken bazı hususlar:



1. Eş seçimi:



Seçilecek eşin, Kur’an-ı Kerim’de zikredilen (Nisa, 22-23) evlenme yasağı olan kimseler olmamalıdır.



Sünnet-i Seniyyede tavsiye edilen özelliklerin dikkate alınması âile saâdeti için önemlidir.



EbûHüreyre (r.a.)’den nakledilmiştir, Nebî (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:



“Kadın dört şey için nikâhlanır: Malı için, asâleti için, güzelliği için ve dindarlığı (ahlâkî güzellikleri) için. Sen dindar olanını seç, elin bereket bulur.”[3]



2. Nikâh



Yuva kurulurken mutlaka “nikah akdi” üzere kurulmalıdır. Nikah akdi de, şâhitler huzurunda yapılmalı ve alenî olmalı, ilân edilmelidir. Bu birlikteliğin nikah akdi sonucu meydana geldiği herkesçe bilinmeli ve bu tescil edilmelidir. Dışarıda açıklanmamak üzere gizlice yapılan nikâh akdi câiz değildir.



3. Mehri kolaylaştırmak teşvik edilmiştir



Taraflar arasında belirlenen mehir’in verilmelidir. Âyette şöyle buyurulmuştur: “Aldığınız kadınların mehirlerini gönül hoşluğu ile veriniz”[4] Bunda aşırı gidilmemesi, sâde olması tavsiye edilmiştir.



Hz. Peygamber (s.a.s.): "Nikâhın en hayırlısı en kolay olanıdır"[5] buyurarak, nikâhın kolaylaştırılmasını istemiştir. Aynı zamanda "Nikâhın en bereketlisi, en güzeli, en az masraflı olanıdır."[6] diyerek, nikâh ve sonrasındaki düğün sırasında israf ve gösterişten kaçınmamızı tavsiye etmektedir.



“Rasûlullah (s.a.s.), Fâtıma için çeyiz olarak kadife kumaş, su tulumu ve içi izhır otuyla doldurulmuş bir yastık hazırlamıştı.”[7]



Efendimiz (s.a.s.)’in, kızı Fatıma evlenirken çeyiz olarak verdiği şey; o günün sosyal ve ekonomik şartlarının sonucu olduğu kadar, çeyizde aşırılığa kaçmamanın da bir göstergesi mâhiyetindedir.



4. Eşler birbirlerine karşı saygı ve sevgi bağı içinde olmalı, haklarına riâyet edilmelidir



Peygamberimiz (s.a.s.) Vedâ Hutbesinde şöyle buyurmuştur:



İslâm'ın belirlediği esaslara göre kurulan ve buna göre yürütülen evlilik de ibadet niteliğindedir. Çünkü evlenmekle, nefsi haramlardan korumak ve nesli sürdürmek gibi birçok toplum maslahatları gerçekleşir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:



“Sizden birinizin evliliğinde sadaka sevabı vardır."[8]



"Bir kimsenin sarf edeceği en faziletli para (dinar), kendi aile fertlerine harcayacağı para ile Allah yolunda hayvanına ve yine Allah yolunda cihad edecek olan arkadaşlarına harcayacağı paradır."[9]



"Çocuklarına, eşine ve hizmetçine yedirdiğin senin için bir sadakadır."[10]



Dipnot



* Eskişehir Osmangazi Üniv.İlâhiyat Fak.

[1]. EbûDâvud,talak,3,ha.2178

[2]. EbûDâvud,talak,50,ha.2312

[3]. Buharî, "Nikâh", 15; Müslim, II,1086, ha.1466; EbûDâvud,II,174, ha.2049

[4]. Nisâ, 4/4. bk. 4/24.

[5]. Ebû Davud, "Nikâh", 32

[6]. Müsned, VI,82

[7]. Müsned, I,92

[8]. Müslim, Zekât, 53; Ebu Dâvud, Tatavvu', 12, Edeb, 160; A. b. Hanbel, V, 167, 168.

[9]. Müslim, Zekât, 38; Tirmizî, Birr, 42; İbnMâce, 4; A. b. Hanbel, V, 279, 284.

[10]. Müsned, IV, 121, 122.



Yazar:Prof. Dr. Ali Çelik