İMAN VE SAMİMİYET

“İnsanın başına zararlı bir şey geldiğinde yan üstü yatarken veya otururken ya da ayakta iken he[1]men bize dua etmeye koyulur; onu zararlı durumundan kurtardığımızda ise -sanki başına gelen zararı gidermeye bizi çağırıp yalvarmamış gibi- inkârcılığa dönüp yoluna devam eder; haddi aşan[1]lara işte bu şekilde yaptıkları güzel görünmektedir.” (Yunus, 10/12.)
27/11/2023

Bizleri yoktan var eden, sayısız nimetler bahşeden Yüce Allah’a karşı kulluk görevlerimizin başında O’na iman etmek gelir. Makbul bir imanın en temel özelliği ise şüpheden uzak ve samimi bir iman olmasıdır. Sahabe-i kiramdan Temim ed-Dari şöyle anlatıyor:  “Hz. Peygamber (s.a.s.), ‘Din samimiyettir.’ buyurdu. Biz, ‘Kime karşı (samimiyet)?’ deyince ‘Allah’a, kitabına, resulüne, Müslümanların idarecilerine ve bütün Müslümanlara.’ buyurdu.” (Müslim, İman, 95.) “Güvende olmak, korkmamak, emniyette olmak” gibi anlamları bulunan “emn” kökünden gelen iman kelimesi (İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “emn” md.) Allah’a inanmakla birlikte O’na güvenmeyi de ifade etmektedir. Güvenmek ise tevekkül ve teslimiyeti içermektedir.



Her hâl ve şartta Allah’a dayanıp güvenmek, imandaki samimiyetin bir gereğidir. Bu samimiyet sadece başımız sıkıştığında, dara düştüğümüzde O’nu hatırlamanın çok ötesindedir. Böyle bir iman samimiyetten uzak olduğu gibi ayet-i kerimenin de ifadesiyle (Yunus, 10/12.) menfaate dayalı bir imandır. Zira günlük ha[1]yatımızda Allah’a imanımızın izleri yoksa sadece sıkıntı ve dert anında O’nu hatırlıyor, bu hâlden kurtulunca O’nu hatır[1]lamayı, O’na şükretmeyi terk ediyorsak (Taberi, Camiu’l-Beyan, 15/36-37.) bu samimi bir iman olmadığı gibi tevekkül eksikliğinin de bir göstergesidir. (İbn Atiyye, el-Muharrerü’l-Veciz, 3/109.) Oysa asıl “marifet, makbul olan iman ve kulluk, iyi ve kötü, zararlı ve faydalı, geniş ve dar, acı ve tatlı her durumda Allah’ı hatırlamak, ibadet, dua, tövbe, hamd, şükür gibi davranışlarla O’na yönelmektir.” (Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, c.3 s.88.)



“Yine insanlar içinde kimileri vardır ki Allah’a şartlı olarak kulluk eder, öyle ki kendisine bir iyilik denk gelirse bundan pek memnun olur ama başına bir imtihan sıkıntısı gelse he[1]men yüz çevirir. Böyleleri dünyasını da ahiretini de yitirmiştir ve apaçık hüsran işte budur.” (Hac, 22/11.) mealindeki ayetinde vurguladığı üzere, samimiyetten uzak ve menfaate dayalı bir iman sonuç itibarıyla sahibini kurtaramayacaktır. Allah’a kulluğu dünya hayatındaki rahatlık şartına bağlayan bir iman; her şey yolunda olduğu sürece Allah’a kulluk etmekten memnun olup bir imtihana maruz kalındığında hemen yüz çevirmeyle sonuçlanan, pamuk ipliğine bağlı bir imandır. (Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, c.3 s.718.) Yüce Allah’ı âdeta imtihan edercesine; şayet istediklerini kendisine verirse O’nun ilah olduğunu kabul edip iman etmeye, aksi durumda ise O’nun uluhiyetinden şüphe duymaya dayalı, menfaat şartına bağlı bir imanın hüsranla sonuçlanacağı ortadadır. Oysa hakiki iman, varlıkta da yoklukta da her hâlde Yüce Allah’a inanmayı, güvenmeyi, teslimiyeti ve kulluğu gerektirir. Bu ise Yüce Allah’ı hakiki anlamda tanıyıp bilmekle doğrudan alakalıdır. Zira Rabbini tanıyan kendini tanıyacak, O’nun ilahlığını idrak ettiği gibi kendi kulluğunun da idrakinde olacak, böylece her hâl ve şartta kulluk ve ibadete devam edecektir. (Matüridi, Te’vilatü Ehli’s-Sünne, 7/395.) Oysa menfaate dayalı bir iman, şüphe ve endişe içerir; dinin kalbi ve merkezinde değil kıyısında köşesindedir. Karar kılmamış, sükûn bulmamış, mutmain olmamıştır. Tıpkı zafer kokusu alan bir askerin sağlam ve dik durup aksi durumda korkup kaçması gibidir. (Zemahşeri, el-Keşşaf, 3/146.)



Allah’a şükrümüzün ifadesi olarak “elhamdülillah” veya “şükürler olsun” derken bunu sadece dil alışkanlığı olarak söylüyorsak, bu ifadeler dilimizden dökülürken kalbimizin bir köşesinde ufak da olsa bir tereddüt, bir soru işareti varsa Yüce Allah’a teslimiyetimizde eksiklik var demektir. Oysa imanımızın şüpheden arınmış, kâmil ve daim olması esastır. Bu bağlamda, “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin…” (Nisa, 4/136.) mealindeki ayet, aynı zamanda neye nasıl inanmamız gerektiğini de öğreten, bizleri hakiki imana çağıran bu yönde bir çağrıdır bizlere. (Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, c.2 s.160.) Öyle ki şeksiz, samimi bir iman her hâl ve şartta Allah’a güvenebilmeyi, O’na teslim olabilmeyi gerektirir. “Her hâl ve şartta Allah’a hamdolsun.” diyebiliyor[1]sak ve bunu içimizden gelerek bütün benliğimizle söyleyebiliyorsak bu hâl, imanımızdaki samimiyetin, Allah’a güvenip teslimiyet içerisinde olabilmenin ifadesi olacaktır.



Günlük hayatın karmaşası içerisinde oradan oraya savrulurken, bir türlü yetişemediğimiz dünyanın peşinden koştururken endişelerin, kaygıların, korkuların pençesine kaptırıveriyoruz kendimizi çoğu zaman. Çalışmak, çabalamak, sorumluluk sahibi olmak elbette ki sünnetullahın gereğidir. Tembellik, miskinlik, hazırcılık ise Müslümana yakışan davranışlar değildir. İşte bu noktada bize düşen, samimi bir imana sahip olmaktır. Bu iman güvenmeyi, sorumluluk ve teslimiyeti gerektirir. Verilene şükretmeyi, verilmeyene sabretmeyi, “olanda hayır olduğunu” idrak edebilmeyi gerektirir. Bu, “Allah’a tevekkül ettim.” (Hud, 11/56.), “O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır.” (Enfal, 8/40.), “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” (Âl-i İmran, 3/173.)



diyebilmektir. Şeytanın bizi fakirlikle korkutmasına (Bakara, 2/268.) kanmamaktır. Bazı imkânlara erişemememin de bir imtihan vesilesi olabileceğinin (Bakara, 2/155.) şuurunda olabilmektir. Bir musibetle karşılaşıldığında ise “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz.” (Bakara, 2/156.) mealindeki ayetin mesajına uygun bir duruşa sahip olabilmektir. Yunus Emre’nin, “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim.” sözünün manasına vâkıf olabilmektir. Yüce Allah’ın; iman edip dünya ve ahiret için faydalı işler yapanların karşılığını mutlaka alacaklarına, asla haksızlığa uğramayacaklarına dair vadine (Taha, 20/112.) gönülden teslim olabilmektir. Bu ise hiç şüphesiz, imanımızdaki samimiyet yanında dünyaya verdiğimiz değer ve ona yüklediğimiz anlamla doğrudan alakalıdır.



Hakiki iman, varlıkta da yoklukta da her hâlde Yüce Allah’a inanmayı, güvenmeyi, teslimiyeti ve kulluğu gerektirir. Bu ise Yüce Allah’ı hakiki anlamda