Dünyanın en güzel huylu insanı

Kur’an-ı Kerim’i inceleyenler, Allah Teâlâ’nın Peygamber Efendimizle devamlı surette konuş tuğunu, onun nasıl yaşaması, neleri yapması, neleri yapmaması konusunda kendisine bilgiler verdiğini okurlar.
04/05/2009


Cenabı Hakk’ın, sevgili Peygamberini hep en mükemmele doğru yönlendirdiğini, bu eğitimin sonunda Resul-i Ekrem’inin “yüce bir ahlâka sahip olduğunu”, yine Kainat’ın Rabbi’nin ifade ettiğini görürler. (Kalem, 4)



    Resulünü, ilâhî eğitimle, huyu en güzel insan hâline getiren Allah Teâlâ, onun yaşama üslûbunu Müslümanlara örnek gösterir. (Ahzâb, 21)



    Bu gerçeği Peygamber Efendimiz de dile getirir; “güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini” hatırlatır. (Muvatta,  Hüsnü’l huluk,8) Başkalarına tavsiye ettiğini öncelikle kendisinin yaşaması, onun ahlâkını vazgeçilmez kılar.



    Şimdi Resul-i Ekrem Efendimizin daha iyi insan tipi yetiştirmeye yönelik üstün ah-lâkından bazı örnekler görelim.



   Nezaketin en üstünü



   İnsanoğlu takdire âşık olduğu için iltifat görmekten hoşlanır. Kendisine değer verildiğini bilmek, onu mutlu eder. Esasen Peygamber Efendimiz insanlara, iltifata lâyık olmaları sebebiyle değer verir; hatırlarını sorar; ellerini sıkar; yüzlerine tebessüm eder; tatlı sözlerle gönüllerini alırdı. Onun iltifatına mazhar, teveccühüne nâil olmak, koskoca bir Peygamber tarafından önemsendiğini görmek ashâbı  kiramı pek sevindirirdi.



   Bazı Müslümanlar, özellikle de hanımlar, evlerinin Peygamber tarafından şereflendirilmesini, bir köşede iki rekat namaz kılmak suretiyle evlerini bereketlendirmesini, ikrâm edecekleri bir tabak çorbayı içmesini pek arzu ederlerdi. Peygamber Efendimiz de onların bu kabil tekliflerini hiç geri çevirmemek suretiyle gönüllerini hoş ederdi.



   Bir yere giderken kendisinin binitli, yanındakinin yaya olmasından rahatsızlık duyar, o kimsenin hiç olmazsa terkisine binmesini isterdi. Eğer o zât, Peygamber’e olan saygısı veya mahcubiyeti sebebiyle buna yanaşmazsa, Allah’ın elçisi pek üzülürdü. (Nesâî, “İstiâze”, 1)



      İnceliğin böylesi



     Kaba ve görgüsüz kimseler her  zaman her yerde olmuştur. Böyleleri Peygamber Efendimizin çevresinde de bulunurdu. Özellikle çölde yaşayan, hatırdan gönül-den anlamayanlar onu çok üzerlerdi. Fakat o bu kaba saba adamların hatasını yüzleri-ne vurmaz, niçin öyle davrandıklarının hesabını sormazdı. İnsanların kusurlarına dikkat çekmek istediğinde kesinlikle belli şahısları hedef alıp onları rencide etmez, “İnsanlar neden şöyle yapıyorlar?” diye, kim-senin üzerine almayacağı şekilde genel ifa-deler kullanırdı. Hatalarını düzeltmek istediği kimseleri, başkaları vasıtasıyla ikaz ettiği de olurdu.



  Resul-i Ekrem’in Zeyneb  Binti Cahş ile evlendiği gündü. Evinde verdiği yemeğe bütün sahabeleri davet etmişti. Her gelen yemeğini yiyip gitmiş, yalnız üç kişi oturup sohbete devam etmişti. Bunun üzerine Resul-i Ekrem, onlara kalkıp gitmeleri gerektiğini anlatmak için dışarı çıkmış; evde sohbet edenlerin gitmiş olacağını düşünerek tekrar eve döndüğünde adamların hâlâ konuşup durduklarını görmüş, yine de onlara kalkıp gitmeleri gerektiğini söyleyememişti. Bunun üzerine Ahzâb suresinin 53. ayeti nâzil olmuş, bu ayet Müslümanlara Hz. Peygamber’in yemeğe davet ettiği kimselerin, yemek-ten sonra kalkıp gideceğini, orada oturup sohbete dalmayacağını, aksi hâlde bundan Peygamber’in rahatsız olacağını müminlere öğretmişti.



      İnsanların hatalarını yüzlerine vurmak, yanlışlarını hatırlatmak, böylece onları utandırmak çok kolay bir şeydir. Zor olan kalpleri incitmemek, gönülleri kırmamak, kusurları görmezden gelebilmektir.



     Eğer Resul-i Ekrem birinin bir davranışından hoşlanmamışsa, onun yüzüne bakanlar bunu hemen fark ederdi. Utanma duygusunun imandan kaynaklandığını söyler, müminlerin daha edepli olmaları gerektiğine işaret ederdi.



   Müminlere düşkün



   Resul-i Ekrem Efendimiz, Allah Teâlâ’nın da işaret buyurduğu gibi, müminlere çok düşkündü. Bu sebeple onların sıkıntıya uğramalarından son derece rahatsız olurdu. (Tevbe, 128)Müslümanların birbirine haset etmesi, birbirine kin ve nefret beslemesi, birbirine darılıp yüz çevirmesi, birbirine haksızlık etmesi, birbirinden yardımını esirgemesi, onu çok üzerdi. (Müslim,Birr, 32)



    Bir defasında muhtelif kabilelere mensup gençler Peygamber (s.a.s.)’den İslâmiyet’i öğrenmek üzere Medine’ye gelmiş ve orada yirmi gün kalmışlardı. Peygamber Efendimiz bu gençlerle bir bir ilgilendi. Geride kimleri bırakıp geldiklerini sordu. Bu gençlerin yakınlarını özlediklerini anlayınca, onlara artık geri dönmenin vakti geldiğini söyledi. Öğrendiklerini kabile halkına öğretmelerini tavsiye ederek, onları memleketlerine geri gönderdi. (Buhari, Ezan, 17)



     Hele çocukların acı çektiğini görmek, onu derinden sarsardı. Ölmek üzere olan torununu kucağına aldığında gözyaşlarını tutamamıştı. Onun böylesine ağlaması bazı sahâbîleri hayrete düşürmüştü. Resul-i Ekrem onlara bu konuyu şöyle açıkladı: “Bu gördüğünüz yaşlar, Allah’ın, kullarının kalbine koyduğu acıma duygusunun eseridir. Allah, acımasını bilen kullarına merhamet eder.” (Buhari, Cenaiz, 32)



    O devirde kadınlar genellikle önemsenmezdi. Resul-i Ekrem ise kadınlara önem verdiğini, onlara değer verilmesi gerektiğini her  fırsatta dile getirir; herkesin eşine iyi davranmasını tav-siye eder; deve üzerinde yolculuk ettikleri zaman bile, develeri hızlı sürerek onları incitmemek gerektiğini hatırlatırdı. (Buhari, Edeb, 90)



     İsteyeni geri çevirmemek



      Resul-i Ekrem’in cömertliği ise dillere destandı. Kendisinden bir şey isteyeni geri çevirdiği hiç görülmemişti. İstenilen şey elinde varsa verir, yoksa birinden borç alarak, o kimsenin ihtiyacını giderir, borç bulamadığı zamanlarda varlıklı Müslümanları yardıma çağırırdı.



    Hele bir defasında Peygamber Efendimiz’i bir koyun sürüsünün yanında gören bir bedevî ondan birkaç koyun istemişti. Resul-i Ekrem’in koyun sürüsünü ona hediye ettiğini duyunca, Adam kulaklarına inanamamış, sürüyle birlikte köyüne vardığı zaman, Peygamber olduğunu söyleyen bu zâtın fakirlikten korkmadığını anlatmıştı. (Müslim, Fezâil, 58)Araplar cömert kimselere büyük saygı duyarlardı. Resulullah’ın çok cömert olduğunu öğrenince, kendisine sürü bağışlanan kimsenin o gün akşam olmadan,kabilesiyle birlikte İslâmiyet’le şereflendiği anlatılır.



   Sevgili Peygamberimizin güzel huyları saymakla bitmez. Onun herkesi faziletli bir hayata teşvik etmesi, güzel ahlâklı kimseleri “hayırlı insanlar” diye övmesi bile, güzel ahlâka verdiği değeri göstermeye yeterlidir.