Yaratýlýþtan getirdiði bir takým ön niteliklere sahiptir (fýtratullah).(2) Bu nitelikler onun ruhî ve sosyal davranýþlarýný biçimlendirir (sýbðatullah)(3) ve kiþiliðin temelini oluþturur. Ne var ki insan bu temel niteliði ile baþ baþa býrakýlmýþ deðildir. Yaratýcý kudret hikmeti gereði, bu temel yapýya bir de karþý duruþ mekanizmasý (nefs-i emmâre)(4) yerleþtirmiþ, ayrýca insaný, onun açýkça hasmý olan þeytanla(5) karþý karþýya býrakmýþtýr. Bu duruma, içinde yaþanan ortamýn olumsuz etkileri de eklenince, insanýn öz benliðinden yani baþta Allah’ýn varlýðýna ve birliðine iman gibi yaratýlýþtan getirdiði temel insanî niteliklerinden uzaklaþmasý gibi bir sonucu ortaya çýkabilmektedir. Ýþte vahyin insan plânýnda son gerçekleþmesi olan Kur’an, fýtratta meydana gelebilecek bu tür bozulmalarý ortadan kaldýrmak, insana bir dizi savunma mekanizmalarý sunmayý amaçlamaktadýr. Din (Ýslâm) inanç, ibadet, muamelat ve ahlaktan oluþan yapýsý ile bu savunma mekanizmalarý sistemini temsil eder. Bu sistem, insanýn yaratýlýþtan getirdiði tüm insanî deðerlerin ön plâna çýkarýlmasýný hedefler. Bu deðerlerin ön plâna çýkmasý ise, yaratýcýya kulluk þuuruna ermesi ve bu þuuru sürdürmesi konusunda insanýn yolunu açar. Bu yazýmýzda söz konusu sistemin temel dinamiklerinden biri olan ahlâk dokusunun önemli bir boyutunu, hayâ duygusunu ele alacaðýz.
Arapça kökenli bir kelime olan hayâ, utanma duygusu demektir. Bir ahlâk terimi olarak ise, “insanýn, çirkin sözlerden uzak durmasý, kendini aþaðýlýk eylemlerden alýkoymasý ve gözü bakýlmasý haram olan þeylerden korumasý demektir.”(6) Hayâ “Akla ve dine, kavanin-i medeniyye ve insaniyyeye aykýrý her türlü çirkin þeyden kiþinin utanýp çekinmesi”(7) þeklinde de tanýmlanmýþtýr. Türkçe’mizde ise hayâ daha çok, insaný her türlü çirkinlikten uzak durmaya yönelten duygu ve bunu yansýtan tutumu ifade eder. Arapça’da, “yerme”, “kýnama” ve “onur kýrýcý tutum ve davranýþ” anlamlarýna gelen “âr” kelimesi de Türkçemizde aðýrlýklý olarak “hayâ” ile eþ anlamlý olarak kullanýlýr.(8)
Kýnalýzâde Ali Efendi, iffet duygusunu oluþturan on iki unsurun baþýnda hayâ duygusunu zikrettikten sonra þöyle devam eder:
“Hayâ; utanma, hicap, ar anlamlarýna gelir. Edebe aykýrý olan olaylar meydana gelince kalbin duyarlýlýk kazanmasý ve ýzdýrap duymasýdýr. Bu halin belirtisi derhal hayâ sahibi kiþinin üzerinde görülür. Çünkü, bu çirkin olaydan dolayý, hayâ faziletine bürünmüþ kiþinin benliði bundan etkilenir. Hayâ, kiþiye fazilet yollarýný, maddeten ve mânen ilerleme yollarýný gösterir. Edep ve hayâdan mahrum olan insan her türlü iðrenç iþe giriþir. Yaptýðý çirkin iþlerden üzüntü duymayan insaný, ahlâk ve fazilet yollarýna sevk etmek zordur. Toplumun geliþmesi, utanma duygusunun canlý bir þekilde aralarýnda yaygýnlaþmasýyla yakýndan ilgilidir.”(9)
Ýslâm ahlâk bilginleri, hayâ kelimesinin Kur’an ve Sünnetteki çeþitli kullanýmlarýndan hareketle hayâyý çeþitli kategorilere ayýra gelmiþlerdir. Mesela, Mâverdi, hayâyý, Allah’a karþý hayâ, insanlara karþý hayâ ve kiþinin kendine karþý hayâsý þeklinde üç kýsma ayýrmakta ve þu açýklamayý getirmektedir: Allah’a karþý hayâ, O’nun emir ve yasaklarýna uymakla olur. Ýnsanlara karþý hayâ, onlara eziyet etmemek ve yanlarýnda çirkin iþler yapmaktan ve çirkin sözler söylemekten kaçýnmakla gerçekleþir. Kiþinin kendine karþý hayâsý ise, edep sahibi olmasý demektir.(10) Ahmet Rifat ise Tasvir-i Ahlâk adlý eserinde hayâyý, fýtrî hayâ ve dinî hayâ olmak üzere iki kýsma ayýrýr. Ýnsanýn, vücudunun mahrem yerlerini insanlarýn önünde açmaktan kaçýnmasý, fýtrî hayânýn bir yansýmasýdýr. Dini hayâ da, halkýn ve Hakk’ýn huzurunda edepli davranmaktýr.(11) Diðerlerini de içine almasý bakýmýndan bizce bu son ayýrým daha isabetli görünmektedir.
Gerek Kur’an’da, gerek Hz. Peygamber’in sünnetinde utanma duygusuna göndermelerde bulunulmuþ, bu duygunun insan hayatýnda üstlendiði yapýcý etki önemle vurgulanmýþtýr.
Hayâ kelimesinin türevleri “utanma duygusu” ve “çekinme” anlamýnda Kur’an’da iki yerde kullanýlmýþtýr. Bunlardan ilki, Kasas Sûresi’nin Hz. Þuayb’ýn kýzlarýna gönderme yapan 25. ayetinde, diðeri de Hz. Peygamber ile ilgili olarak Ahzab Sûresi’nin 53. ayetinde yer almaktadýr. Hz. Peygamber ile ilgili olaný daha sonraya býrakarak burada Þuayb (a.s.)’ýn kýzlarý ile ilgili olandan kýsaca söz edeceðiz.
Hz. Musa, Medyen yolculuðu sýrasýnda Medyen suyuna varýnca suyun baþýnda hayvanlarýný sulamakta olan bazý insanlar gördü. Bunlarýn yanýnda da koyunlarýný suya salmamak için uðraþan iki kýz vardý. Bunlar Hz. Þuayb’ýn kýzlarý idi. Musa, onlara, ‘(koyunlarýnýzý burada tutmaktaki) maksadýnýz ne?’ dedi. Onlara, ‘çobanlar sulayýp çekilinceye kadar biz koyunlarýmýzý sulamayýz. Babamýz ise çok yaþlý bir adamdýr’ dediler. Bunun üzerine Hz. Musa onlarýn hayvanlarýný suladý.(12) Anlaþýldýðýna göre bu kýzlar, bedevice bir hayat yaþamalarýna raðmen üstün niteliklere sahip bulunuyorlardý. Yabancýlarla gereksiz yere yüz göz olmuyorlar, hayâ duygularý onlarý bulunduklarý þartlar içinde ölçülü davranmaya yöneltiyordu. Nitekim bunlardan biri, koyunlarýný sulamalarýna yardým eden Hz.Musa’yý babalarýnýn ücret vermek üzere çaðýrdýðýný haber vermek üzere geldiðinde de hayâ duygusu içinde idi. Kur’an bu sahneyi þöyle dile getiriyor: “Nihayet kýzlardan biri utana utana yürüyerek ona (Musa’ya) gelip, ‘Bizim için koyunlarýmýzý sulamanýn karþýlýðýný vermek üzere babam seni çaðýrýyor’ dedi.”(13) Kur’an’da anlatýlan tarihî olaylar, ibret alýnmasý ve onlardan yararlý sonuçlar çýkarýlmasý amacýna yöneliktirler. Kýssalarýn hem bütününde, hem de onlarýn detaylarýnda pek çok bilgi, talimat, iþaret ve irþat cihetleri bulunmaktadýr. Burada sözünü ettiðimiz kýssanýn detayýnda, tarihte yaþamýþ iki þahsýn taþýdýklarý hayâ duygusu, uygulanmasý gereken bir örnek olarak bize sunulmuþ bulunmaktadýr.
Hayâ - Ýman Ýliþkisi
Hz. Peygamber (s.a.s.), “Her dinin bir ahlâký vardýr. Ýslâm’ýn ahlâký da hayâdýr”(14) buyurarak, bu duygunun müslümanýn hayatýnda tuttuðu yerin önemini vurgulamýþtýr. Aþaðýda aktaracaðýmýz hadis bu önemi daha da belirleyici niteliktedir. Abdullah Ýbni Ömer’in (r.a.) ifade ettiðine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) fazla hayalý davranmamasý konusunda kardeþine öðüt veren bir adama rastlamýþ ve ona þöyle demiþtir: “Býrak onu. Çünkü haya imandandýr.”(15) Ayný vurguyu yapan bir baþka hadis de þöyledir: “Ýman yetmiþ küsür þubedir. En üst derecesi "lâilâhe illallah" demek, en alt derecesi de geçenlere zarar verecek þeyleri yoldan gidermektir. Hayâ da imandan bir þubedir.”(16) Önce belirtmek gerekir ki, iman kalpte gerçekleþen bir durumdur ve kelime-i tevhit ile yani “lâilâhe illallah” diyerek dýþa yansýtýlmýþ olur. Ehli sünnet inancýna göre amel, yani dinin emir ve yasaklarýna göre davranmak, imanýn bir parçasý deðildir. Þu halde Hz. Peygamber’in, insanlara zarar verecek þeyleri yoldan kaldýrmayý yani bir bedensel eylemi, bir psikolojik durum olan utanma duygusunu imandan saymýþ olmasýný nasýl açýklayabiliriz? Ýbnü’l-Esîr bu konuda þöyle diyor: “Yaratýlýþtan gelen bir duygu olmasýna raðmen hayâ bu hadiste, sonradan kazanýlan imandan bir kýsým olarak sunulmuþtur. Çünkü hayâ eden kimse, bu sayede günahlardan uzaklaþýr. Ýþte bu noktada hayâ, kiþi ile günahlarýn arasýna giren (onu günah iþlemekten alýkoyan) imanýn fonksiyonunu yerine getirmiþ olmaktadýr. Hadiste hayânýn imandan bir cüz olduðu ifade edilmiþtir. Çünkü iman, sonuçta Allah’ýn emirlerine uymak ve yasaklarýndan kaçýnmak þeklinde dýþa yansýr. Ýþte, günahlardan kaçýnmak iþi haya sebebiyle gerçekleþince, hayâ imanýn bir cüzü gibi olmuþ olur.”(17)
Hayâ - Eylem Ýliþkisi
Yukarýdaki örnekte de görüldüðü üzere, hayâ duygusu, insanýn eylemleri üzerinde düzenleyici bir role sahip bulunmaktadýr. Günlük hayatta sergilenecek davranýþlarýn bir tür süzgeçten geçirilmesini, çirkin ve kötü iþlerden uzak durulmasýný saðlamaktadýr. Ýþte hayâ duygusunun bu özelliðini vurgulamak üzere sevgili Peygamberimiz,“Utanmadýktan sonra dilediðini yap” buyurmuþtur. Yani, ayýp bir iþ yapmaktan çekinmedikten ve yaptýðýn iþin çirkinliðinden korkmadýktan sonra iyi olsun, kötü olsun canýnýn her istediðin yapabilirsin. Resûlullah Efendimiz, hayâ duygusunun arka plâna atýlmasýnýn getireceði tehlikeyi, bir tehdit üslûbu içinde haber vermektedir.
Hadisi, "Yapmak istediðin bir iþ sonunda utanmayacaðýndan emin olursan, dilediðini yap" þeklinde de anlamak mümkündür. Buna göre yapýlacak iþin utanýlmayacak bir iþ olmasý, onun kötü bir iþ olmadýðý konusunda bir kriter olmaktadýr. Ancak ilk yorum daha anlamlý ve etkili görünmektedir. Hadisi, utanmayan bir kimsenin dilediðini yapabileceði þeklinde anlamak mümkün deðildir. Çünkü böyle bir yaklaþým Kur’an’ýn ilkelerine aykýrýdýr.
Hayâ duygusunun yönlendirmesi yoluyla insanýn yapacaðý iþleri bir elemeye tabi tutmasý, onun iyi sonuçlara ulaþmasýnda etkili olacaktýr. Bu, kötü iþlerden kaçýnarak kötü sonuçlardan da korunmak þeklinde pasif bir yolla olabileceði gibi, güzel sonuçlara ulaþmak þeklinde aktif yolla da olabilir. Hz. Peygamber bu gerçeði “Hayâ, hayýrdan baþka bir þey getirmez”(18) hadisi ile ifade etmiþtir.
Allah’tan Hayâ Etmek
Haya ile iman, haya ile eylem arasýnda var olan iliþkiler, temelde insanýn Allah’tan hayâ etmesi gerektiði noktasýnda birleþmektedir. Kýsaca, hayâ duygusunun esasý, Allah’tan hayâ etmektir denebilir. Yukarýda da deðinildiði gibi, Allah’tan hayâ etmek, O’nun emirlerine karþý gelmekten, yasaklarýna uymamaktan kaçýnmak þeklinde dýþa yansýr. Bu yansýmanýn temelinde, kulun; Allah’ýn, istemediði bir iþ ve hal üzere bulunmaktan uzak durma yöneliþi yer alýr. Bu da bilinç ve kiþinin kendini kontrol etmesi, davranýþlarýný ayýklamaya tabi tutmasý, Allah’ýn her an kendisini görüp gözetmekte olduðunu unutmamasý ile gerçekleþir. Eriþilen bu þuur ve bilinç halini Hz. Peygamber (s.a.s.) “ihsan” diye nitelemektedir.(19) Aþaðýda aktaracaðýmýz hadis bu konuyu daha net bir hale getirmektedir. Ýbni Mesud’un rivayetine göre, Hz. Peygamber, “Allah Teâla’dan gerektiði gibi hayâ ediniz” buyurmuþ ve kendisine, “Ya Rasûlellah! Allah’tan gereði gibi ne þekilde hayâ edebiliriz?” sorusu yöneltilmiþti. Bunun üzerine Allah’ýn Resûlü þöyle buyurdu: “Kim baþýný ve baþýnda yer alan organlarý, karnýný ve karna baðlý organý korur, dünya hayatýnýn süsüne kendini kaptýrmaz, ölümü ve çürüyüp yok olmayý unutmazsa o kimse, Allah Teâla’dan gereði gibi haya etmiþ olur.”(20) Baþýn korunmasýndan maksat, kafanýn içindeki beynin ürünü olan düþünce gücünün iyiye kullanýlmasýdýr. Baþtaki organlarýn korunmasý ise, harama bakmamak, kötü sözlere kulak vermemek, haram yememek, yalan söylememekle gerçekleþir. Karnýn korunmasý, haramla beslenmekten sakýnmakla olur. “Karýna baðlý organ”dan maksat ise cinsel organdýr. Cinsel organýn korunmasý ise zina etmekten kaçýnmakla olur. Biraz daha geniþ düþünülecek olursa, el ve ayaklarý da “karna baðlý organlar” arasýnda saymak mümkün olur. Bu takdirde hadiste, el, kol ve ayaklarla iþlenecek günahlardan sakýnmanýn da Allah’tan hayâ etmek kapsamýnda dile getirilmiþ olduðunu söyleyebiliriz.
Hayâ duygusunun esasýný oluþturmasý sebebi ile Allah’tan hayâ etmek konusu Ýslâm ahlâký kitaplarýnda, didaktik nitelikteki klâsik Ýslâm kaynaklarýnda iþlenmiþtir. Bir örnek olmak üzere Þeyh Sâdî’nin Bostan adlý eserinde yer verdiði konu ile ilgili bir “hikaye"yi aktarmak istiyoruz:
“Delikanlýnýn biri fena bir iþ yapmýþtý. Bir gün iyi huylu bir adam onun yanýndan geçti. Delikanlý: ‘Eyvah! Mahallenin þeyhinden pek utandým’ diyerek kan ter içinde dona kaldý. Aydýn ruhlu þeyh bu sözü iþitmiþti. Fena halde kýzdý: ‘Hey delikanlý, sen kendinden utanmýyorsun da, Allah her yerde hazýr ve nazýr iken benden mi çekiniyorsun? Yabancýlardan ve akrabandan nasýl utanýyorsan, Allah’dan da öyle utan. Sana dünyada hiç kimse rahat vermez. Þu halde yalnýz Allah’ýn rýzasýný kollamalýsýn.”(21) Yine Þeyh Sâdî’nin “Yusuf ile Zeliha” adlý hikayesinde; Yusuf’u kandýrmak için ona dil döken, bu arada, tapýndýðý put, niyetlendiði çirkin iþi görmesin diye onun üzerini örten Zeliha’ya ,Yusuf þöyle sesleniyordu: “Vazgeç, benden kötülük bekleme. Sen bir taþtan bile utanýrken, ben nasýl olur da Allah’dan utanmam?”(22)
Hz. Peygamber’in Hayâsý
Kur’an bütün peygamberleri ve özellikle Hz. Peygamber’i inanan insanlar için örnek alýnmasý gereken bir model olarak sunmaktadýr.(23) Zira ilâhî mesajý sunan bu seçkin insanlarýn, sunduklarý mesajýn canlý birer modeli olmalarý hem tabii, hem de gereklidir. Hz. Aiþe’nin, Resûlüllah’ý kast ederek, “Onun ahlâký Kur’an’dan ibaretti.” þeklindeki açýklamasý da bu gerçeðin bir ifadesi olmaktadýr. Buna baðlý olarak Hz. Peygamber’in, ahlâkýn bir yansýmasý olan hayâ duygusu konusunda da örnek olmasý kaçýnýlmaz olmaktadýr. Gerçekten, Hz. Resûlullah’ýn daha çocukluðundan itibaren yüksek bir hayâ sahibi olduðu bilinmektedir.
Sahabi Cabir b. Abdillah’ýn anlattýðýna göre, Resûlullah çocukluðu sýrasýnda Kâ’be tamir edilirken, amcasý Abbas ile birlikte Kâ’be’ye taþ taþýmaya gittiler. Çalýþýrlarken Abbas’ýn kendisine rahat çalýþabilmesi için peþtemalýný boynuna almasý teklifi karþýsýnda son derece utanmýþ, etrafýna bakamaz olmuþtur.(24) O, çocukluðunda olduðu gibi yetiþkinliðinde ve peygamberlik hayatý boyunca da hayâdan asla uzak kalmamýþtýr.. Hz. Zeyneb’in düðünü için ziyafet verildiði sýrada, bazý sahabiler yemekten sonra uzun uzun oturup konuþuyorlardý. Onlarýn bu davranýþý Peygamber’e sýkýntý veriyordu. Fakat hayâsýndan dolayý misafirlerin yüzüne karþý da bir þey söyleyemiyordu. Bunun üzerine þu âyet indi: “Ey iman edenler! Yemek için çaðýrýlmaksýzýn ve yemeðin piþmesini beklemeksizin (vakitli-vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çaðrýldýðýnýz zaman girin. Yemeði yiyince de hemen daðýlýn. Çünkü bu davranýþýnýz Peygamber’i rahatsýz etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise gerçeði söylemekten çekinmez...”(25) Bu âyet-i kerime ile, sahabilerinin bu davranýþlarýnýn âdâba aykýrý olduðu kendilerine hatýrlatýlmýþ, Hz. Peygamber’e de, âdâb ve ahlâk öðretilmesi gereken durumlarda hayâ ederek susmanýn doðru olmadýðý uyarýsýnda bulunulmuþ olmaktadýr.
Hayâyý Yanlýþ Yorumlamak
Yukarýda aktardýðýmýz hadisin, "Hayânýn her türlüsü hayýrdýr."(26) þeklinde bir rivayeti de vardýr. Bu hadis bazý kimseler tarafýndan kapalý ve anlaþýlmasý zor bir hadis olarak algýlanmýþtýr. Zira insan, hayâsý sebebi ile, saygý duyduðu bir kimseye karþý hakký söylemekten çekinebilir. Bu da, dinin, çok önem verdiði "iyiliði teþvik, kötülükten alýkoyma" (emri bi’lma’ruf nehyi anilmünker) görevinin ihmali demektir. Yine bazý kimseler meþrû olmakla birlikte, belli iþlerde çalýþmaktan utandýklarýný söyleyerek ailelerinin geçimini saðlamak konusunda pasif kalmaktadýrlar. Bu durumda hayânýn hayýr getirdiðini söylemek mümkün deðildir. Ýbnü’s-Salâh’ýn da aralarýnda bulunduðu bilginler konuya þöyle açýklýk getirmiþlerdir: “Bu örnek olayda kiþiyi görevini yapmaktan alýkoyan þey gerçekte hayâ duygusu deðil, acizlik ve çaresizliktir. Bu tutum, dýþ görünüþü itibarý ile hayâya benzediði için mecaz yoluyla “hayâ” diye adlandýrýlmýþtýr.”(27)
Kýsaca, dinin teþvik ettiði utanmak duygusu ile, çekingenliði, pýsýrýklýðý, pasif kalmayý ve görev ihmaline götüren benzeri diðer ruh hallerini bir birinden ayýrmak gerekir. Mesela, kadýnlarýn kendilerine has dinî bilgileri öðrenme konusunda utangaçlýk göstermeleri doðru deðildir. Ýstedikleri bilgileri hemcinslerinden öðrenme imkânýna sahip deðillerse konuyu, usulünce erkeklere sorup öðrenmekten çekinmemelidirler. Zira çekinme sebebiyle bu bilgilerin öðrenilememesi, bir takým dinî görevlerin yerine getirilememesine, ya da yanlýþ uygulamalara sebep olacaktýr.
Hz. Peygamber, müslüman hanýmlarýn sorduðu özel sorulara usulünce cevap verir,(28) çok kere de bu bilgileri Hz. Aiþe aracýlýðý ile aktarmýþ olurdu. Dinî bilgileri öðrenme konusunda utangaçlýk göstermeyen hanýmlar hakkýnda, Hz. Aiþe’nin söylediði þu sözler dikkat çekicidir: "Ensar kadýnlarý ne iyi kadýnlardýr. Utanma duygularý onlarý dinlerini iyice öðrenmekten alýkoymuyordu."(29)
Sonuç olarak; hayâ duygusu insanda yaratýlýþtan var olan bir duygudur. Bu duygu insaný çirkin iþ, düþünce ve davranýþlardan uzak tutar. Ýslâm bilginleri bu yönü ile hayâyý fýtrî hayâ diye nitelemiþlerdir. Ýslâmî anlayýþta alaný daha da geniþletilerek hayâ, "Allah’ýn emir ve yasaklarýna karþý gelmekten sakýnmak" þeklinde algýlanmýþtýr. Allah’tan hayâ etmek denince de bu anlam kastedilmiþtir. Hayâ bütün peygamberlerin temel ortak niteliklerinden biridir. Hz. Peygamber hayâ ile iman ve eylem (amel) arasýnda organik bir bað kurmuþ, hayânýn eksikliðinin bu iki alana zarar vereceðini vurgulamýþtýr. Ýnsanlýk var olduðu sürece, hayâ duygusu insan için doðruya ve güzele yönelme konusunda bir kriter ve itici güç olmaya devam edecektir.
1- Nahl, 17 / 70.
2- Rûm, 30 /30.
3- Bakara, 2 / 138.
4- Yusuf, 12 / 53.
5- Fâtýr, 35 / 6.
6- Ali Fikri, Tevîmü’l-Ahlâk (el- Cüz’ü’l-Evvel, Birinci baský, Matbaatü’s-Saâde, Mýsýr, 1353 / 1935 ) s.54.
7- A. Ýrfan, Mufassal Ahlâk-ý Medenî, (Teyakkuz Kitaphanesi, Artin Asadoryan ve Mahdumlarý Matb. Ýst. 1327-1329) 167.s.
8- Ýbnu Manzûr, Lisânü’l-Arab., "a-y-r" mad.
9- Kýnalýzâde Ali Efendi, Ahlak / Ahlâk-i Alâî ( Baskýya hazýrlayan, Hüseyin Algül, Tercüman, 1001 Temel Eser, No. 30, Tarihsiz) s.103.
10- Mâverdî, Ebu’l-Hasen ali b. Muhammed b. Habib el-Basri, Edebü’d-Dünya ve’d-Dîn (Ýkinci baský, Daru Ýbni Kesir, 1415/ 1990) s. 392/393.
11- Ahmet Rifat, Tasvir-i Ahlak / Ahlak Sözlüðü (Tercüman, 1001 Temel Eser serisi, No. 62. Baskýya hazýrlayan: Hüseyin Algül, Kervan Kitapçýlýk, tarihsiz) s.121.
12- Bak. Kasas, 28 / 23, 24.
13- Kasas, 28 / 25.
14- Malik b. Enes, Muvatta’, Hüsnü’l- Huluk, 2, hadis no. 9 (II, 905).
15- Buhari, Sahih (I- VIII, Çaðrý Yay. Ýst. 1981) Ýman, 16.(I, 11); Müslim, Sahih, Ýman,12, Hadis no. 59 (I, 63).
16- Müslim, Sahih, (I-III,Çaðrý Yay. Ýst. 2981) Ýman, Hadis no. 58 (I, 63).
17- Ýbnü’l-Esîr, en-Nihaye Fî Ðarîbi’-l Hadîs (I-IV, Dâru’l-Fikr, Beyrut, Tarihsiz.) I, 470.
18- Müslim, Sahih, Ýman, 12, hadis no 60 ( I, 64 ).
19- Müslim, Sahih, Ýman, 1, hadis no 5 ( I, 39).
20- Tirmizi, Sünen (I-V, Çaðrý Yay. Ýst. 1981) Kýyâme, 23, hadis no. 2457. (IV,637).
21- Sâdî, Bostan, ( Terc. Hikmet Ýlaydýn, Milli Eðitim Basýmevi, Ýstanbul, 1950 ) s. 318.
22- Sâdî, a.g.e. s. 319.
23- Mümtehine, 60/4, 6; Ahzâb. 33/ 21.
24- Buhârî, Sahih, Hac, 44 (II, 155, 156).
25- Ahzâb, 33 /53.
26- Müslim, Sahih, Ýman, 12, hadis no.61 (I, 64).
27- Nevevî, Muhyiddin, Þerhu Sahîhi Müslim b. el- Haccâc, (I-IX+I, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, Tarihsiz) I, 196.
28- Müslim, Sahih, Hayz, 13, hadis no, 60 (I, 260).
29- Müslim, Sahih, Hayz, 13, hadis no, 61 (I, 261).
|