Bir yandan Kur’an, bir yandan Hz. Peygamber, toplum içinde fakir ve muhtaç kimse kalmamasý için önemli atýlýmlar yapmýþ, Müslümanlarý bu konuda özendirmiþtir. Özellikle zekat ve ganimetler konusunda getirilen düzenlemelerle konu kurumsallaþmýþtýr.
Þimdi, fakirlerin korunup gözetilmesi yönünde Ýslâm’ýn yaklaþýmýný gözler önüne serecek bâzý örnekler sunmak istiyoruz.
a) Ýnfakýn Mekke Boyutu
Müslümanlarýn çeþitli baský ve iþkencelere maruz kaldýðý Mekke döneminde, bir yandan fakirlerin elinden tutulmasýný emreden, bir yandan da cimrilik edip fakirleri gözetmeyen, onlarý hor görenleri tehdit eden ayetler iniyordu. “Kim (elinde bulunandan) verir, Allah’a karþý gelmekten sakýnýr ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay olana kolayca iletiriz.”(1) ayetini bu konuda bir örnek olarak zikredebiliriz. Bir baþka örnek de cehennemliklerin, orada bulunuþlarýnýn sebebini kendi ifadeleri ile dile getiren þu ayetlerdir: “Biz namazýmýzý kýlmýyorduk, yoksulu da doyurmuyorduk.”(2)
b) Ýnfakýn Medine Boyutu
Medine’ye Hicretten sonra Hz. Peygamber, Ensar ile Muhacirleri kardeþ yaparak, maddeten güçsüz olan muhacirleri ekonomik koruma altýna almýþtýr. Bu öylesine etkili bir uygulama oldu ki, Ensar, kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, Muhacir kardeþlerinin ihtiyacýný gidermeyi ilk görev sayýyorlar, onlarý kendilerine tercih ediyorlardý. Önceden gelip Medine’de yerleþmiþ olan Muhacirler de sonradan gelenlere böyle davranýyorlardý. Þu âyet bu örnek olayý canlý bir tablo olarak gözler önüne sermektedir:
“Onlardan, (Muhacirlerden) önce O yurda (Medine’ye) yerleþmiþ ve îmâný da gönüllerine yerleþtirilmiþ olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayý içlerinde bir rahatsýzlýk duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onlarý kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliðinden, hýrsýndan korunursa, iþte onlar kurtuluþa erenlerin ta kendileridir.”(3)
Hz. Peygamber’in, geçmiþ ümmetlerden birine mensup bir kiþinin sadaka vermesi ile ilgili olarak verdiði haber gerçekten ilginçtir:
"Bir adam ‘bu gece sadaka vereceðim’ dedi ve gidip sadakasýný bir fahiþeye verdi. Halk, ‘Bu gece bir fahiþeye sadaka verildi’ diye dedikodu etti. Sadaka veren adam ise, ‘Allah’ým! Fahiþeye verdiðim sadakadan dolayý sana hamdolsun. Bu gece de bir sadaka vereceðim’ dedi ve gidip sadakayý bir zengine verdi.Bu sefer de, ‘Bir zengine sadaka verildi’ diye dedikodu ettiler. Adam, ‘Allah’ým! Zengine verdiðim sadakadan dolayý sana hamdolsun. Bu gece de sadaka vereceðim’ dedi ve gidip sadakayý bir hýrsýza verdi. Yine, ‘Hýrsýza sadaka verildi’ diye dedikodu yaptýlar. Adam, ‘Allah’ým! Hýrsýza verdiðim sadakadan dolayý sana hamdolsun" dedi. Kendisine þöyle denildi: Verdiðin sadakalar kabul edildi. Zira, belki verdiðin sadakalar sayesinde o fahiþe fuhuþtan vazgeçecek, belki o zengin senden ibret alacak ve Allah’ýn kendisine verdiði maldan infak edecek, belki de o hýrsýz hýrsýzlýktan vazgeçecek."(4)
Hz. Peygamber’in müminleri teþvik etmek için anlattýðý bu olay, Ýslâm’ýn infak eylemine nasýl bir sosyal fonksiyon yüklediðini açýkça gözler önüne sermektedir. Pek çok günahýn, suçun, fakirlik sebebi ile iþlendiði hatýrlanacak olursa bu noktada infakýn (zekat ve sadakalarýn) önemi daha çok anlaþýlacaktýr. Hz. Peygamberin, toplum dýþýna itilmeye layýk görülen, aþaðýlanan kesimlerin ne derece toplumun himayesine ve þefkatine muhtaç olduðunu nasýl vurguladýðýný da gözden kaçýrmamak gerekir.
Yalýn ayak, çýplak, alaca çizgili elbiseler giyinmiþ, belleri kýlýçlý Mudar kabilesine mensup bir grup Resûlüllah’ýn yanýna geldi. Bunlarýn fakir hallerini görünce Resûlüllah’ýn yüzünün rengi deðiþti. Ýçeri girip çýktýktan sonra Bilal-i Habeþi’ye ezan okumasýný ve kamet getirmesini emretti (ve namaz kýlýndý). Namazdan sonra cemaata hitap etti. Akrabalýk baðlarýnýn koparýlmasýný yasaklayan Nisa 1. ayeti ile maldan infak etmeyi, fakirleri gözetmeyi emreden Haþr 18.âyetini okuduktan sonra þöyle devam etti:
“Mümin, dinarýndan, dirheminden, elbisesinden, buðdayýndan, hurmasýndan yarým hurma bile olsa sadaka vermelidir.”
Bunun üzerine Ensardan bir adam avucuna sýðmayacak büyüklükte bir kese (para) getirdi. Ondan sonra herkes birbiri ardýndan yiyecek-giyecek getirdi. Ýki küme yiyecek-giyecek birikti. Hz. Peygamber memnuniyetini belirtmek üzere ‘lâ ilâhe illallah’ dedi ve þöyle ekledi:
"Kim Ýslâm’da güzel bir çýðýr açarsa, onun ve onunla amel edenlerin mükâfatý-amel edenlerinkinden hiçbir þey eksilmeksizin- kendisine verilir. Kim de Ýslam’da kötü bir çýðýr açarsa, o çýðýrýn ve onunla amel edenlerin günahý-amel edenlerinkinden bir þey eksilmeksizin- kendisine ait olur."(5)
c) Ýnfakýn “Felsefe"si:
Mülk Allah’ýndýr, insanlar mülkün mutasarrýfýdýrlar. Yâni mülk üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine sahiptirler. Ýþte infakýn temelinde yatan temel felsefe budur. Mülkün sahibi (Allah), tasarrufta bulunana (kula), tasarrufu altýndaki malda fakirlerin de tasarruf yetkilerinin bulunduðunu bildirmiþ, onlara bu imkanýn saðlanmasýný kendisine emretmiþtir. Ýþte “eli geniþ” olanlarýn, fakirlere de bu imkaný saðlamasý iþlemine Kur’an dili ile “infak” diyoruz. Þu halde infak aslýnda sadece bir “ihsan” (iyilik) deðil, ayný zamanda bir görevdir. Görevi yerine getiren kimse ise karþýlýðýný görevi verenden alýr. Burada görevi veren Allah’týr. Ýnfak görevini yerine getiren de mükafatýný O’ndan bekleyecektir. Allah’ýn yüklediði görevlerin mükafatý ise O’nun rýzasýdýr. Müminin asýl hedefi de bu mükafatý kazanmaktýr. Bundan dolayý, insan ruhunun derinliklerinde yatan “beðenilme”, “takdir edilme” ihtiyacý, kulluk görevleri noktasýnda pasif konumdandýr. (Riyadan kaçýnma) Bu konumun kazanýlmasý için Kur’an ona yol da göstermektedir: “Sadakalarý açýktan verirseniz ne güzel! Fakat onlarý gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayýrlýdýr ve günahlarýnýzýn bir kýsmýna da kefaret olur.”(6) Bu yol göstermenin müminleri nasýl etkilediðini yine bizzat Kur’an canlý bir tablo olarak gözler önüne sermektedir: “Onlar adaklarýný yerine getirirler. Kötülüðü her yaný kuþatmýþ bir günden korkarlar. Onlar, seve seve yiyeceði yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Yedirdikleri kimselere þöyle derler:) “Biz size sýrf Allah rýzasý için yediriyoruz. Sizden bir karþýlýk ve teþekkür beklemiyoruz.”(7)
“Esasen zengin insan, maddi ihtiyaçlarýný tatminde doyum noktasýna gelmiþtir. Bundan böyle ilave tüketim harcamalarýnýn, “azalan fayda kanunu” kanunu gereðince marjinal faydasý süratle azalacak. Sýfýra inecek, hatta negatife dönüþebilecektir. Bu durum, insanlarý bunalýma götürür ve behimi arzularýnýn tatmini cihetinde gayri ahlaki yollara saptýrýr, azdýrýr. Ýyi bir müslüman esasen bu noktaya inmez. Çünkü tüketimini, doygunluk noktasý olan sýfýra inmeden, ahlâkî mülâhazalarla (israftan kaçýnma) esasen frenlemiþtir. Lüks ve gösteriþ harcamasýna yönelmediði için Müslüman insan, gayri meþru yollara yönelmemiþtir. Buna raðmen þahsî tüketiminin marjinal faydasý azalmaya baþlayýnca sosyal harcamalara (sosyal yardým) yönelirse, bu alanda azalan fayda kanunu iþlemez. Sosyal harcamalar çoðaldýkça saðladýðý manevî tatmin duygusu artar. Zira o kimse Allah’ýn rýzasýný saðlama inancý içindedir.”(8)
e) Fakirlerin Toplumsal
Statüsü:
Allah katýnda, Ýnsanlar arasýndaki deðer ölçüsü takvadýr. Zengin, sýrf zengin olduðu için özel bir itibar kazanmaz. Takvalý bir fakir, bu nitelikte olmayan zenginden üstündür. Ýþte Kur’an bu ölçüyü Hz. Peygamber’in þahsýnda toplumsal hayata þöyle indirgemektedir: “Rablerinin rýzasýný isteyerek sabah akþam Ona dua edenleri yanýndan kovma. Onlarýn hesabýndan sana bir þey yok, senin hesabýndan da onlara bir þey yok ki onlarý kovasýn. Eðer kovarsan zalimlerden olursun.”(9) Hz. Peygamber ve müminler bu uyarýyý aldýlar, çünkü, sosyal statüleri ve zenginliklerinin verdiði bir gururla, îmâna yanaþmayanlar, îmân eden fakir ve güçsüz kimseler için, “Allah aramýzdan þu adamlarý mý îmân nimetine layýk gördü?”(10) diyerek onlarý aþaðýlýyorlardý. Benzer bir uyarý da þu âyet ile gelmiþti: “Sakýn isteyeni azarlama.”(11) Kýsaca Ýslâm, bir yandan fakirin ekonomik durumunun düzelmesi için gerekli önlemleri alýrken, diðer yandan da onu toplum içinde itibarlý bir konuma getirmekte, dolayýsýyla "insan malý ve gücünden dolayý deðil, sýrf insan olduðu için deðerlidir" ilkesini getirmiþ olmaktadýr.
5. TOPLUMUN KORUNMAYA MUHTAÇ DÝÐER KESÝMLERÝ
Ýnfakýn temel hedef kitlesinin fakirler olduðunu söylemiþ ve diðerlerinin sonuç olarak fakir kavramý içinde yer aldýðýný eklemiþtik. Burada, özel konumlarý dolayýsýyla yetimler, güçsüzler ve yaþlýlardan ayrýca söz etmeyi yararlý görüyoruz. Çünkü bu üç grup fakir olmalarý halinde maddi destek görecekler arasýnda yer almakla birlikte, zengin olmalarý halinde bile özel bir ilgiye, korumaya ve manevî desteðe muhtaçtýrlar.
a) Yetimler
Her toplumda korumaya muhtaç olan kesimlerin baþýnda yetimler gelmektedir. Çünkü bunlar en yakýn koruyucularýný yitirmiþlerdir, bu sebeple de genellikle maddî ihtiyaç içindedirler. Çalýþýp hayatlarýný kazanacak imkanlarý da bulunmamaktadýr: Özellikle savaþ durumlarýnda çok sayýda çocuk yetim kalýr. Bir hayat kitabý olan Kuran’ýn, bu toplumsal gerçeði görmezlikten gelmiþ olmasý düþünülemez. Mâûn Sûresinde, ahireti inkâr eden bir kimsenin nitelikleri arasýnda yetime kötü davranmanýn zikredilmesi, Ýslam’ýn yetime bakýþ açýsýný ortaya koymasý bakýmýndan dikkat çekicidir: “Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayaný! Ýþte o,yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir. ”(12) Yine Fecr Sûresi’nde cehennemlikler, fakirleri ve yetimleri doyurmaya, böylece topluma hizmete yanaþmamakla suçlanmaktadýrlar: “Hayýr, hayýr! Yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teþvik etmiyorsunuz. Malý da çok seviyorsunuz. ”(13)
Hz. Peygamber (s.a.s.) de yetim olarak doðmuþtu. O, yetimliðin günlerini bizzat Allah’ýn korumasýnda geçirmiþti. Yüce Allah da Resûlüne, yetimliðinde gördüðü bu koruma ve yardýmý hatýrlatarak, kendisinin de yetimlere ayný þekilde davranmasýný emretmektedir: “(Rabbin) seni yetim bulup ta barýndýrmadý mý? Seni yolunu kaybetmiþ olarak bulup da yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç halinde bulup da zengin etmedi mi? Öyle ise sakýn yetimi ezme.”(14)
Kur'an terbiyesi ile yetiþen Allah Resulü, yetimler konusunda aldýðý bu emri, þahadet parmaðý ile iþaret parmaðýný açýp göstererek, "Ben ve yetimi koruyup gözeten kimse cennette þöyleyiz"(15) sözleri ile uygulama alanýna taþýmýþtýr. Yetimlerin himayesi konusunda daha pek çok hadis bulunmaktadýr.(16)
Yetimlerle ilgili önemli bir konu da onlarýn mallarýna karþý takýnýlacak tavýr konusudur. Zira genel olarak yetim denince akla her bakýmdan korumaya muhtaç yetimler gelirse de durum her zaman böyle olmamakta, bazen yetimin ekonomik durumu iyi olmaktadýr. Bu durumda onun malýnýn da korunmasý söz konusudur.
Ýslâm’dan önce Arap toplumunda yetimler itilip kakýldýðý gibi, çeþitli yollarla onlarýn mallarýna da sahip olmaya çalýþýlýrdý. Bu konuda genellikle yetimlerle evlenme ya da onlarý kendi çocuklarýyla evlendirme yöntemine baþ vurulurdu.Kur’an bu haksýz uygulamaya son verecek düzenlemeyi yaptý: “Yetimlerin mallarýný haksýz yere yiyenler, ancak ve ancak karýnlarýný doldurasýya ateþ yemiþ olurlar ve zâten onlar çýlgýn bir ateþe (cehenneme) gireceklerdir.”(17) “Rüþdüne erinceye kadar yetimin malýna ancak en güzel þekilde yaklaþýn. ”(18)
Bu ayetlerin inmesi üzerine müslümanlar, himayelerindeki yetimlerin mallarý konusunda çok hassas davranmaya, mallarýnýn kendi mallarýna karýþmamasýna özen göstermeye baþladýlar. Hatta bazýlarý, evlerinde barýndýrdýklarý yetimlerin yiyeceklerini ayýrdýlar ve onlara ayrý bir barýnak açtýlar. Zihinlerde oluþan tereddütleri gidermek üzere Hz. Peygamber’e sorular yönelttiler. Bunun üzerine þu âyet indi:
“Bir de sana yetimleri soruyorlar. De ki onlarýn durumlarýný düzeltmek hayýrlýdýr. Eðer onlara karýþýr (birlikte yaþar)sanýz, sakýncasý yok. Onlar da sizin kardeþlerinizdir. Allah bozguncuyu, yapýcý olandan ayýrýr.”(19)
Ýþte Kur’an’ýn yaptýðý bu uyarýlar, müslümanlar arasýnda, yetimlere ayrý bir yer oluþturdu."Yetim hakký", "kul hakký" kavramlarý hep ön planda tutuldu. Ne yazýk dini ve ahlaki duyarlýlýðýn azalmasý sonucu bu konuda büyük boþluklar yaþandýðýna þâhit olmaktayýz.
Ülkemizde yaþanan sosyal deðiþim ve ekonomik sýkýntýlar, çocuklar konusunda aðýr problemlerin ortaya çýkmasýna sebep olmuþtur. Yaþanan iç göçler ve maddi sebepler bir çok çocuðu beslenme, eðitim ve barýnmak problemi ile karþý karþýya býrakmýþtýr. Onbinlerce çocuðun sokaklarda yaþýyor olmasý bu toplumun kanayan yaralarýndan biridir. Çocuk Esirgeme Kurumu gibi kurumlar bu problemin üstesinden gelmek için asla yeterli deðildir. Ancak toplumun þuurlu ve planlý bir sahip çýkma hareketi konunun üstesinden gelme þansýný saðlayacaktýr.
b) Güçsüzler ve Yaþlýlar
“Allah, sizi güçsüz olarak yaratan,sonra güçsüzlüðün ardýndan bir güç veren, sonra gücün ardýndan bir güçsüzlük ve yaþlýlýk verendi.r ”(20) âyeti insan bedeninin,hayat süresi içinde uðradýðý iniþ çýkýþlarý ifâde etmektedir. Doðumla birlikte getirilen fiziki zayýflýk hali, annenin, yakýn korumasý sayesinde telafi edilmektedir. Fakat, ömrün sonlarýna doðru yaþanan zaaf, insanýn gerçek güçsüzlük dönemini oluþturmaktadýr. Zira artýk anne-baba korumasý ve þefkati sona ermiþ, insan daha korumasýz bir konuma gelmiþtir. Bâzý durumlarda yaþlýlar, çocuklardan daha fazla ilgiye muhtaç duruma gelebilmektedirler. Ýnsanýn güçsüz düþmesi yalnýz yaþlýlýk sebebiyle olmamaktadýr. Hastalýk ve benzeri sebepler de kiþiyi özel ilgi ve bakýma muhtaç hale getirebilmektedir.
Ýslâm bu tabii ve sosyal olgu karþýsýnda gerekli önlemleri almýþtýr. Aþýrý yaþlýlýktan Allah’a sýðýnan Hz. Peygamber, (21) bir devlet baþkaný olarak güçsüzlerin ve yaþlýlarýn bakýmýný üstlenmiþtir. Bu konudaki bir hadis þöyledir: "Güçsüz ve düþkünleri araþtýrýp bana getirin, (ihtiyaçlarýný karþýlayayým). Çünkü siz ancak içinizdeki güçsüzler sayesinde yardým görüyor ve rýzýklandýrýlýyorsunuz."(22) Sahabelerden biri -Ýslâm öncesi anlayýþýn etkisi ile olacak- kendisinden daha güçsüz olanlardan üstün olduðunu düþünüyordu. Bunun üzerine Resûlüllah, "Sizler ancak, içinizdeki güçsüzler sayesinde yardým görüyorsunuz, rýzýklandýrýlýyorsunuz "(23)buyurdu. Þu hadisler, Ýslâm’ýn yaþlýlar ve güçsüzler konusuna ne kadar önem verdiðinin açýk bir göstergesidir: "Küçüðümüze merhamet etmeyen, büyüðümüze saygý göstermeyen bizden deðildir."(24) “Her hangi bir genç, bir kimseye yaþlý olduðu için ikramda bulunursa, Allah o gence, yaþlýlýðýnda kendisine ikramda bulunacak birini nasip eder.”(25)
Hz. Peygamberin, barýnaðý ve maddi imkaný olmayan Muhacirleri Medine Mescidi’nin yanýndaki "suffe" adý verilen mekanda iskan edip ihtiyaçlarýný karþýlamasý önemli bir uygulamadýr. Güçsüzler ve hastalar, askerî harekâta katýlma görevinden de muaf tutulmuþ olduklarýný da ayrýca hatýrlatmak gerekir.(26)
Kur’an ve sünnetin getirdiði bu prensipler, Ýslâm toplumunda, asýrlar boyu süregelen uygulamalar sonucu günlük hayatýn bir parçasý olan tabii davranýþlar haline gelmiþtir. Her Müslüman ailede yaþlýlar daima en büyük ilgiyi ve saygýyý gören bireyler olmuþlardýr. Toplumsal hayatta ise, müslüman-gayrimüslim ayýrýmý yapmadan tüm yaþlýlar ve güçsüzler eþit derecede ilgi odaðý olmuþlardýr. Kurumsallaþma planýnda bu yaklaþýmýn en açýk örneðini Darülaceze oluþturmaktadýr. Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Sadrazam Halil Rifat Paþa tarafýndan yaptýrýlan darülaceze, kimsesiz çocuklarýn ve bakýma muhtaç yaþlýlarýn himaye edilmesi amacýna yönelik bir kompleks olarak bir asýrdan fazla bir zamandýr hizmet vermektedir. Adý geçen kompleks içinde caminin yanýnda birer kilise ve havranýn da yer almasý, Ýslâm’ýn ve müslümanlarýn hoþgörüsünü sergilemesi açýsýndan dikkat çekicidir.
Günümüzde darülacezenin fonksiyonlarýný yerine getirmek üzere devlet tarafýndan huzurevi adýyla açýlan pek çok kuruluþ faaliyet göstermektedir.
Sonuç: Ýnsan zayýf yaratýlýþta bir varlýktýr. Normal saðlýk þartlarýnda, normal ekonomik ve sosyal ortamda bile baþkalarýnýn yardýmýný görmeden hayatýný sürdürmesi nerede ise imkansýzdýr. Ekonomik imkana sahip olmayan yoksullarýn, korumadan yoksun yetimlerin ve güçsüzlerin, ilgiye muhtaç yaþlýlarýn tabii olarak içinde bulunacaklarý zor þartlarý iyileþtirmek için Ýslâm gerekli önlemleri almýþtýr.
Fakirlerin korunmasý konusunda devreye sokulan "infak" kavramý ve bu kavramýn açýlýmý niteliðindeki zekat, sadaka gibi zorunlu olan ve isteðe baðlý býrakýlan uygulamalar köklü ve gerçekçi bir çözüm sunmaktadýr. Bu uygulamanýn verimli olabilmesi için gerekli alt yapý hazýrlýðý niteliðinde olmak üzere kiþinin aþýrý mal hýrsýný kýracak, onu baþkalarýnýn sýkýntýlarýný paylaþabilecek bir ruh ve zihin yapýsýna getirecek hükümler ve teþvikler getirmiþtir.
Ýslâm, toplumun sosyal yardýma muhtaç kesimlerine de gereken ilgiyi saðlayacak önlemleri almýþ, yaþlýlarýn, yetimlerin ve güçsüzlerin toplumla bütünleþmelerini saðlamýþtýr. Ýslâm’ýn bu konulardaki yaklaþýmýnýn, günümüz sosyal devlet anlayýþýný birebir yansýttýðýný söylemek mümkündür.
1- Leyl, 5-11.
2- Müddessir, 44.
3- Hicr, 9.
4- Müslim, Sahih, Zekat, 24: Nesai, Sünen, Zekat, 47: Ahmed ibn Hanbel,
Müsned, II, 322, 350.
5- Ahmed Ýbn Hanbel, Müsned, (Çaðrý yayýnlarý) IV,358-359.
6- Bakara, 271.
7- Ýnsan, 2-9.
8- Prof. Dr. Sabahattin Zaim. Diyanet Dergisi, Ekim, Kasým, Aralýk, 1989,
Cilt, 25, Sayý, 4, Sayfa, 42.
9- En’am, 52.
10- En’am, 53.
11- Duha, 10.
12- Maun, 1-3.
13- Fecr, 17-19.
14- Duha, 6-9.
15- Buhari, Sahih, Talak, 25; Edep, 24; Müslim, Sahih. Zühd, 42.
16- Buhari. Sahih, Itk,14; Ebû Davud, Sünen, Edeb, 121; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, III/148.
17- Nisa,10.
18- En’am,152.
19- Bakara, 220.
20- Rûm, 54.
21- Bak. Ahmed Ýbn Hanbel, Müsnet, II, 185.
22- Ebû Dâvûd, Sünen, Cihad, 70; Tirmizî, Sünen, Cihâd, 24, Nesâî, Sünen, Cihâd, 43.23- Buhârî, Cihâd, 67.
24- Ahmed Ýbn Hanbel, Müsned, II, 185.
25- Tirmizî, Sünen, Birr ve Sýla, 75.
26- Bak. Tevbe, 91.
|