Ana Sayfa   |   Görüntülü Dersler  |  Sesli Dersler   |  Kur'an Araþtýrmalarý   |  Ýlmi YAZILAR   |  Aile Eðitim Yazýlarý   |  Çocuk Eðitimi Yazýlarý   |  Yazarlar  |  Ýletiþim

Kur`an-i Kerim ve Mealleri

Namaz Sureleri Tefsiri

Cuma (Tefsir) Dersleri

Hadis Dersleri

Cami Dersleri

Hz. Peygamberin Hayatý (s.a.v)

Ýnsaný Tanýmak (Radyo)

Tv Programlarý

Seminer ve Konferans

Kýsa Dersler

Özel Konular

Fýkhi Konular

Aile Eðitim Seminerleri

Foto Galeri

Üyelik Giriþi

Kull. Adı

:

Şifre

:
   

Ücretsiz Üyelik
Şifremi Unuttum

Güncel Videolar

Eðitimcilere ÖZEL
Gazze Duasý
Gençlerle Ýletiþim (Günýþýðý- Reþitpaþa​)
Uyumlu Evlilik Yöntemi (Bulgurlu)

Namaz Vakitleri

Sayaç

Sayac
Tekil (Bugün) 4788
Toplam 15280937
En Fazla 20355
Ortalama 2610
Üye Sayýsý 1175
Bugün Üye Olan 0
Online Ziyaretci
 

 
Kur’ân-ý Kerîm’de Gençlik
09/06/2014 - 10:44
 
Dr Þerafeddin Kalay
Rebi’ el-Ensârî isimli þâir bunu ifade için þöyle der;

“Ýki yüz yýl yaþasa da bir insan,

Uzun olsa da ömür sönmüþtür artýk inan,

Var olan, hayata tat veren lezzet duygularý,

Geçip gitmiþtir, gelmez artýk o gençlik çaðlarý,”.
“Genç”, Arap Lisanýnda daha çok iki kelimeyle ifade edilir: “Þâb” ve “Fetâ”. Genç kýz için de “Þâbbe” ve “Fetât” kelimeleri kullanýlýr. “Þâb” (شـاب) ve “þâbbe” (شـابة) kelimeleri, “þebbe” (شـبَّ) fiilinden türer. “Þebbe” ise asýl manasýyla “daha canlý, daha güzel, daha dikkat çekici, daha göze çarpar hale geldi” demektir. Nitekim alevlerle tutuþarak canlanan bir ateþ için “þebbe’n-nâr” (شـبَّ النـار) = “Ateþ tutuþtu, alevleri canlandý” ifadesi kullanýlýr. Tutuþan ateþin alevleri canlanýnca þüphesiz ýþýðý ve ýsýsý artar, dolayýsýyla ateþ daha canlý, daha dikkat çeker hale gelir.
 
Günümüzde de yangýn çýkýþýný ifade için Arap âleminde “þebbe’l-harîk” denir.
 
Ýbnü’l-Manzûr, Lisânü’l-Arab’da bu anlamý vurgulamak için Mutarrif’in rivâyet ettiði bir hadisi nakleder. Hadis þöyledir:
 
“Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, siyah bir bürdeye sarýnmýþtý. Bürde siyahlýðýnýn çerçevelediði Rasûlullah’ýn ten beyazlýðý, daha canlý bir hale gelmiþ, daha dikkat çekici olmuþtu. Rasûlullah’ýn beyaz teni de bürdenin siyahlýðýný dikkat çekici hale getirmiþti.”
 
Hadis-i þerifte vurgulandýðý gibi bu zýtlýk, güzelliðe güzellik katmýþtý.
 
Bir baþka rivâyette de Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz siyah bir elbise giydiklerinde Âiþe Validemiz; “Üzerinde ne güzel durdu. Onun siyahlýðý senin beyazlýðýný, senin beyazlýðýn da onun siyahlýðýný canlandýrýyor, güzelleþtiriyor!” diyerek ayný konuya dikkat çekiyor ve bunu ifade için “þebbe” kökünden türeyen kelimeler kullanýyordu.
 
Tay Kabilesinden bir þair, Ýslâm öncesi söylediði þu mýsrasýnda ayný manayý vurguluyordu:
 
 “Koyu gece karanlýðý nasýl dolunaya bambaþka bir canlýlýk verirse,
 
Siyahlar da, o yârin güzelliðe güzellik katmýþ, rengini canlandýrmýþ.,,
 
Þâir böylece sevgilinin siyah baþörtüsünün veya koyu siyah saçlarýnýn, yüzünün beyazlýðýný daha dikkat çekici hale getiriþini, gece karanlýðýnýn çerçevelediði dolunayýn daha da belirgin, canlý, dikkat çekici hale geliþine benzetiyordu.
 
Ayrýca “þebbe” fiili, bir atýn ön ayaklarýný kaldýrarak þahlanýþýna, coþkunluk göstererek ve taþkýnlýk ederek dikkatleri üzerine çekiþine de kullanýlýr.
 
 
Ýnsan hayatýnýn devrelerinde ise gençlik; çocukluk devresinin tamamlanýp bülûða eriþ ile dinçlik ve olgunluk devresi dediðimiz devre arasýna rastlar. Ýnsan bu devrede geliþmesini tamamlar, toplum içinde kendini gösterir, gücünü, kuvvetini, zekâsýný, merakýný, ileriye yönelik heveslerini, umutlarýný, hayallerini, beklentilerini belli eder hale gelmiþtir. Gençlik en atak ve canlý devredir. Kiþinin kendini gösterme, dikkatleri üzerine çekme devresidir. Haliyle kelimenin lügat mânâsý, yaþanýlan bu devrenin özellikleriyle uyumludur.
 
Genç bir erkek artýk kendi cinsine ait özellikleri kazanmýþ; genç bir kýz da kendi cinsinin yapýsýný, özelliklerini, tavýrlarýný sergiler hale gelmiþtir.
 
Bu devre, bir yükseliþ devresidir.
 
 
Her ne kadar bu devrenin baþlangýcýný bülüða erme ile sýnýrlandýrmak mümkün ise de, bitiþ çizgisi o kadar kesin ve net deðildir. Hele de gönüllerin kolay kolay gençlikten vaz geçmediði düþünüldüðünde…
 
“Genç” kelimesi, ihtiyar veya yaþlý kelimesinin karþýlýðý olduðu gibi, “þebbe” fiilinden türeyen “þebab” kelimesi de “þeybe” (saçlarý aðarmýþ ihtiyar) kelimesinin karþýtýdýr.
 
Yaþlýlýðýn acizliðini yaþayan bir þâir, duygularýný gençliðin özlemiyle birleþtirerek þöyle der:
 
 “N’olaydý, bir gün geri döneydi gençlik yeniden bana,
 
Anlataydým ona; neler yaparmýþ bu  yaþlýlýk insana.”
 
Önceden de zikredildiði gibi gençkýza “þâbbe”, çoðuluna “ þevâb” denir. Erkekler için kulanýlan çoðul ise “þebâb” ve þübbân”dýr.
 
 
Genç anlamýna kullanýlan ikinci kelime ise ”fetâ”dýr. Fetâ, çocukluðun ve “murahaka” denilen devrenin tamamlanýp, kiþinin kendine güvenir, kararlarýný kendi verir, sorumluluk üstlenebilir, geliþmesini tamamlayýp ulaþtýðý bedenî güçle aklýnýn irþad ettiðini gerçekleþtirebilir hale gelebilmesidir. Önüne çýkan hadiseleri iyice düþündüðünde, onlarý evirip-çevirdiðinde, geçici hislerinden sýyrýldýðýnda gerçek menfaatinin nerede olduðunu bulabilendir. Edindiði bilgileri, tecrübelerle sabitleþtirme ve olgunlaþtýrmanýn eþiðinde olan kiþidir.
 
Geleceðe umutla bakabilen, bilgisine bilgi katabilmek, hayata daha donanýmlý atýlabilmek için öðrenme azminde olan, merak hisleriyle dolu kiþidir. Hayattan, gördüklerinden, yediklerinden, içtiklerinden… lezzet duyabilen, zevk alabilen; emeller ve hayallerle geleceðini süsleyen insandýr.
 
Rebi’ el-Ensârî isimli þâir bunu ifade için þöyle der;
 
 “Ýki  yüz yýl yaþasa da bir insan,
 
Uzun olsa da ömür sönmüþtür artýk inan,
 
Var olan, hayata tat veren  lezzet duygularý,
 
Geçip gitmiþtir, gelmez artýk o gençlik çaðlarý,”.
 
 
“Feta”kelimesi, “fetiyy” kelimesinin mastarýdýr. “Fetiyy” “yaþý genç olan, taze ve caný demektir.
 
“Fetâ”nýn çoðulu; “fütüvv, fidyân ve “fitye”dir. Nitekim kelimenin çoðulu Kur’ân-ý Kerîm’de hem “fitye” hem de “fityân” olarak geçmektedir. Kehf Sûresinin 10. âyet-i kerîmesi þöyledir:
 
 “Gençler, maðaraya sýðýndýlar ve; Rabbim! Bize tarafýndan rahmet ver ve içinde bulunduðumuz bu durumdan kurtuluþ için hayýrlý bir çýkýþ yolu hazýrla, diye duâ etmiþlerdi.”
 
13. âyet-i kerîmede ise maðaraya sýðýnan bu gençler þöyle tarif edilir:
 
“Onlar, gerçekten Rablerine inanan gençlerdi. Biz de onlarýn hidayetini artýrdýk, imanlarýna iman kattýk.”
 
“Fityân” olarak da Yusuf Sûresinin 62. âyetinde zikredilir.
 
 “Yusuf (a.s.) emrindeki gençlere dedi ki; Onlarýn sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki âilelerinin yanýna döndüklerinde farkýna varýrlar da belki geri gelirler.”
 
Genç kýz için kullanýlan “fetât” lafzýnýn çoðulu da “feteyât” týr. Nisâ Sûresinin 25., Nûr Sûresinin  33. âyet-i kerimelerinde de bu kelime zikredilir.
 
 
“Fetâ” ve  “feteyât” kelimeleri ayrýca köle ve câriye için de kullanýlýr. Bunun sebebi, belki de Allah Rasûlü’nün;
 
 Sizden biri; “kölem” veya “câriyem” demesin. Onun yerine “fetâye”(gencimiz) veya “fetâtî” (genç kýzýmýz)” ifadelerini kullansýn, buyruðudur.
 
Böylece Rasûlulllah (s.a.v.) Efendimiz hem Allah’tan baþkasýna kulluk, kölelik ifadesini hoþ görmediðini açýklamýþ, hem de köle ve câriyelerin bu vasýflarla çaðýrýlarak veya anýlarak rencide edilmelerini istememiþtir. Ýslâm, ârýzî (gelip-geçici) olan bu vasfýn, cemiyet ve fertler zarar görmeden ortadan kaldýrýlmasýný arzu etmiþ ve köleliðin devam ettiði süreç içerisinde de aralarýnda bulunduklarý âilelerle kaynaþmamalarýný, onlar tarafýndan âileden kabul edilir hale gelmelerini, kollanýp gözetilmelerini, sözle bile rencide edilmemelerini istemiþti.
 
Diðer taraftan Allah Rasûlü’nün iþaret ettiði incelik ve edep, þüphesiz köle ve câriyelere davranýþlarýna tesir edecek, insanlarýn onlara bakýþ açýlarýnda sevgi ve þefkat uyanmasýna sebep olacaktý.
 
 
Yine benzerî duygularla hizmetçi konumundaki erkek ve kadýnlara da “fetâ” ve “fetât” denmiþtir. Nitekim Yusuf Sûresinde yer alan “fityân” bu anlamdadýr. Yusuf’un (a.s.) emrindeki hizmetkârlar ve askerler bu kelimeyle zikredilmiþlerdir.
 
Musâ (a.s.) ile ayný kayýkta yer alan ve onun hizmetinde bulunan genç de birinci derecede bu vasfý sebebiyle “fetâ” diye anýlmýþtýr. Çünkü bu genç, denizdeki yolculuklarý sýrasýnda kendisine hizmet ediyordu.
 
 
“Fetvâ” kelimesinin de bu kelimeyle baðý vardýr. Çünkü “fetvâ” veren kiþi de bir konudaki delilleri, bilgileri toplar ve ortaya kemale ermiþ, netleþmiþ bir hüküm çýkarýr.
 
“Þâb” ve “þebâb” kelimeleri hadis-i þeriflerde yer almakla  birlikte Kur’ân-ý Kerim’de rastlanmamakta, onun yerine “fetâ” kelimesi gerek tekil, gerek ikili, gerekse çoðul olarak on yerde zikredilmektedir.
 
Bizler de bu yazýmýzda hem bunlarý, hem de deðiþik vesilelerle Zikr-i Hakîm’de yer alan gençlerle ilgili olan bilgileri, buyruklarý ele alýp incelemeye çalýþacaðýz.
 
 
Ýnsanlýðýn Ýlk Günleri
 
Ýlk Ýnsan olan Âdem (a.s.), þüphesiz yaratýlýþ günlerinde gençti. Kendi parçasýndan yaratýlan Havva Vâlidemiz ile hayat yolculuðuna baþlamýþ, onun yanýnda ve onun yakýnlýðýnda huzur ve sükun bulmuþtu.
 
Zikr-i Hakîm’e kulak veriyoruz:
 
Sizi tek bir candan yaratan, o candan da yanýnda huzur ve sükun bulsun diye zevcesi Havva’yý var eden O’dur. Âdem zevcesiyle birleþince, zevcesi hafif bir yük yüklendi. Havva, hamile kaldýktan sonra bir müddet bu yükünü taþýdý. Hâmileliði aðýrlaþýnca Rabbleri Allah’a; “Andolsun ki, bize kusursuz bir çocuk verirsen mutlaka þükredenlerden oluruz,” diye duâ ettiler. (A’râf, 7/ 189)
 
Bir baþka âyet-i kerîmede de þöyle buyrulur:
 
! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eþini var eden ve ikisinden birçok erkek ve kadýnlar üreterek yeryüzüne yayan Rabb’ýnýzdan sakýnýn, takvâ ve tâatla dolu olun…” (Nisâ, 4/ 1)
 
Nitekim insanlýk çoðalmaya baþladý. Âdem ile Havvâ’nýn bu mutlu, birbirlerinde huzur bulduklarý beraberlikleri, henüz gençliklerinin baharýnda olan iki oðullarý arasýnda çýkan bir anlaþmazlýk ve olayla ciddî bir yara aldý. Yaþadýklarý bu tecrübe oldukça onlar için çok acý bir tecrübeydi.
 
Bu olay, itaat ve teslimiyet ile hýrs, kýskançlýk ve hasedin insanoðlu arasýnda ilk baþ gösteren mücadelesi, ilk kavgaya dönüþen çatýþöasýydý. Kaynaklarýmýz, bu husûmeti ve sonucunu özetle þöyle anlatýrlar :
 
Havvâ Vâlidemiz, her batýnda ikiz dünyaya getiriyordu. Bu ikizlerden biri kýz, diðeri erkek olarak dünyaya gelirdi. Çocuklar büyüyüp evlilik çaðýna geldiklerinde Âdem (a.s.), ikizlerden birini diðer ikizin karþý cinsiyle evlendiriyordu.
 
Oðullarýndan Kâbil ile Hâbil de büyümüþ, geliþmiþ, evlilik çaðýna gelmiþlerdi. Ayný þekilde kýzkardeþleri de serpilmiþ, büyümüþtü. Kâbil ile onun ikizi olan kýz, Hâbil ile ikizinden yaþça daha büyüktü. Hatta kaynaklarýmýz bu sýrada Kâbil’in 25 yaþlarýnda, Hâbil’in ise 20 yaþlarýnda olduðunu, Kâbil’in ziraatle, Hâbil’in de hayvancýlýkla uðraþtýðýný nakleder.
 
Âdem (a.s.) Hâbil’i, Kâbil’in ikiziyle evlendirmek istedi. Kâbil’in ikizi olan genç kýz gerçekten güzeldi. Kabil, Hâbil’in ikizinden güzel olan kendi ikiz kardeþini Hâbil’e vermek istemiyordu. Onunla evlenmek isteyen Hâbil’e; “O benimle birlikte dünyaya gelen kardeþim. Seninkinden daha güzel. Onunla evlenme hakký da öncelikle bana ait,” diyordu.
 
Ýþ iddialaþma ve nizaya dökülünce devreye Âdem (a.s.) girdi. Kâbil’e; Oðlum o sana helâl deðil,” dedi. Ancak Kâbil, babasýnýn bu sözüne de itiraz etti. Bu konuda kolay kolay ikna olacaða da benzemiyordu. Durum bu noktaya gelince Âdem (a.s.) ona; “Oðlum! Sen Allah için bir þey sun. Kardeþin Hâbil de sunsun. Ýçinizden hangisinin sunduðu kurban kabul edilirse, ikizinle evlenme hakký onun olsun,” dedi. Durumu Yaratan’a havale etmiþti. Kavganýn biteceðini ummuþtu.
 
Kâbil, buna da itiraz edecek durumda deðildi. Yetiþtirdiði buðday baþaklarndan bir demet oluþturup getirerek býrakmasý gereken yere yerleþtirdi. Ancak baþaklarýn seçimini hiç de güzel yapmamaýþtý. Demetin içinde dolgun ve olgun daneli baþaklar pek göze batmýyordu. Hattâ Südiyy’in Ýbn Abbâs ve Ýbn Mes’ud’dan (r.a.) nakletteiði rivâyete göre sunduðu demetin içinde dolgun bir baþak görmüþ, onu demetin içinde çekip alarak ufalamýþ ve yemiþti.
 
Hâbil’in bu konudaki tavrý ise ondan çok daha farklý idi. Kurban için hayvanlarýnýn en güzellerinden birini seçmiþti. Rabbine sunacaðý kurban güzel olmalýydý. Çünkü sunacaðý hayvaný da yaratan, gökten boþanan yaðmurlarla, yerden fýþkýran otlarla asýl besleyen O’ydu. O, kurban olarak seçtiði güzel bir hayvaný sundu.
 
Elbette ki o yýllarda yiyecek  nimet bol, et verecek fakir insan yoktu. Dolayýsýyla kurban veriþin þekli de deðiþikti. Allah için vaz geçilenler yan yana konmuþtu. Þimdi ne olacaðý bekleniyordu. Birden gökten parlak bir ýþýk indi, Hâbil’in sunduðu kurbaný aldý, gözlerden yok etti. Bu onun kurbanýnýn kabul edildiðini gösteriyordu.
 
Bu durum, Kâbil’i son derce öfkelendirmiþti. Hâbil’e; “Seni öldürür, kardeþimle evlenmeni yine engellerim!,” diyordu. Tehdit ciddi idi. Ancak Hâbil’in bu öfkeli ve saldýrgan sözlere cevabý bir gerçeði hatýrlatma þeklinde oldu: “Allah takvâ sahiplerinin güzel amellerini, kurbanlarýný kabul eder.”
 
Zikr-i Hakîm, bu olayý þöyle anlatýyor:
 
“Onlara, Âdem’in iki oðlunun haberini gerçek þekliyle anlat. Hani her ikisi de birer kurban takdim etmiþlerdi de birisinin kurbaný kabul edilmiþ, diðerininki edilmemiþti. Kurbaný kabul edilmeyen kardeþ; – Yemin olsun ki seni öldüreceðim! dedi. Diðeri ise; – Allah ancak takvâ sahiplerininkini kabul eder, diyerek cevap verdi.” (Mâide Sûresi, 5/ 27)
 
Ve ekledi: “Andolsun ki sen, öldürmek için bana el uzatsan bile, seni öldürmek için ben san el uzatmayacaðým. Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarým.
 
Ýlle de beni öldüreceksen ben, hem benim günahýmý, hem de kendi günahýný yüklenerek senin ateþe atýlanlardan olmaný tercih ederim. Zâlimlerin cezasý iþte budur.” (Mâide, 5/ 28-29)
 
Hâbil’in verdið bu karar, sýradan bir karar, söylediði sözler de suradan sözler deðildi. Ýnsanlýðýn bu ilk kavgasýnda gelinen bu durum, öncesi ve sonrasýyla, alýnan tavýrlarla gerçekten üzerinde durulmasý ve düþünülmesi gereken bir durumdur.
 
Kâbil’in gözünü artýk hýrs bürümüþtü. Evlenmek istediði kýzý kaybetmenin eþiðine gelmiþti. Kurbanýnýn reddedilmesinin, içinde taþýdýðý saldýrgan ve haksýz, yersiz duygularýn açýða çýkmasýnýn sýkýntýlarýný yaþýyordu. Çözülmüþ, dengeyi kaybetmiþ bir durumdaydý. Öfkesini, hýrsýný, hasedini, kýskançlýðýný… tehdide döküyor, kardeþi Hâbil’i ölümle tehdit ediyordu. Tâbir yerindeyse gözünü kan bürümüþtü.
 
Hâbil ise nefse çok zor gelebilecek bir karar almýþtý. Ancak doðru kararý almýþ, doðruyu yapýyordu. O, yanlýþa, yanlýþla, zulme zulümle, kine kinle karþýlýk vermeyecek, Kâbil’in düþtüðü çukura, o düþmeyecekti. Sabredecek, Allah’ýn rýzasýný, ecrini tercih edecekti. Allah’ýn huzuruna zâlim olarak çýkmaktansa veya zulme ortak olmaktansa, mazlum olarak çýkmayý arzu ediyordu. Üstelik iki kardeþten daha güçlü olaný oydu.
 
Ýki kardeþin arasýnda geçen bu konuþmada dikkat edilip ibret alýnmasý gereken bir incelik daha var. O da, Hâbil’in niyetini ve alacaðý tavrý önceden belli ediþidir. Bu belli ediþ, iki temel ciddî konudaydý:
 
1- Kendisi, kardeþine karþý saldýrý ve öldürme hýrsý taþýmýyordu. Böylece Hâbil, alevlenen ateþi körüklemeyeceðini açýða vuruyordu.
 
2- Aldýðý tavýr ve söylediði cümlelerle kardeþine nasihat ediyordu. Bu þekilde ona doðruyu hatýrlatýyor, içine düþeceði hatayý, kendisini öldürürse hatalarýna nasýl bir hata, günahlarýna nasýl bir günah daha ekleyeceðine dikkat çekiyordu. Üstelik bu seferki hata öyle bir günah, öyle bir isyandý ki Hâbil onu iþlemektense ölmeyi tercih ediyordu. Çünkü bu günah, iþleyeni Cehennem ateþine sürüklayacakti. Zâlimlerin sonu da buydu…
 
Gözünü hýrs ve hased bürümüþ olan Kâbil, ne yazýk ki bu gerçeði anlamadý, irþad ve nasihat onda hedefini bulmadý; gelecek nesillere bir ibret olarak kaldý. Kâbil’in içinden bir ses durmadan onu tahrik ediyordu. Önünde duran seçeneklerin içinden doðru olan yerine kendisini arzu ve hedefine götürecek olaný seçiyordu. Arzusuna ulaþmak için de kardeþi önünde ciddî bir engeldi.
 
Neticede bütün doðrulara kulaðýný týkayarak, gerçeklere göz kapayarak takvâ ve teslimiyet, hayr ve fazîlet dolu kardeþi Hâbil’i öldürdü. O anda belki kazandýðýný zannediyordu ama kaybeden o oldu.
 
Kâbil’in bu sýradaki duygularýný elbette ki bütünüyle bilemiyoruz. Ancak kardeþini öldürür öldürmez içini bir suçluluk duygususnun kapladýðý kesindi.
 
Þimdi önüünde bir problem daha vardý. Öldürdüðü kardeþini ne yapacaktý? Artýk hareket etmeyen bir bedenle karþý karþýyaydý ve bu kendi suçunun eseriydi. Bir an evvel ondan kurtulmalý gözünün önünden uzaklaþtýrýlmalýydý. Nasýl ve ne þekilde?…
 
Uzun süre ne yapacaðýný bilemeden ölü kardeþini sýrtýnda taþýdýðý nakle-dilir. Çünkü insanlýk tarihi yeni baþlamýþtý. Önceden bir insanýn ölümüyle karþý karþýya gelinmemiþ, böyle bir durumda ne yapýlacaðý öðrenilmemiþti. O, bu þaþkýnlýk ve çaresizlik içindeyken gereken iþaret geliyor, gözünün önünde bir örnek cereyan ediyordu. Zikr-i Hakîm’e kulak veriyoruz:
 
 “Allah bir karga gönderdi. Ýþlediði çirkinliðin bir neticesi olarak bu hale gelen kardeþinin cesedini nasýl örteceðini ona gösterircesine yeri deþeliyordu. Kendi kendine þöyle dedi: -Yazýklar olsun ! Bu karga kadar da olamadým? Kardeþimin cesedini örtemedim!..
 
Ýçinde bulunduðu duruma piþmanlýk duyanlardan oldu.” (Mâide Sûresi, 5/ 31)
 
Kurtubî (rh.a.), Mücahid’den; iki karganýn gelerek öldüresiye birbirleriyle döðüþtüklerini,  dövüþ sýrasýnda birinin diðerini öldürdüðünü, daha sonra da çukur kazarak onu gömdüðünü nakleder.
 
Karganýn davranýþlarýný gören Kâbil ne yapacaðýný anlamýþtý. Yeri kazarak açtýðý çukura kardeþini koydu, sonra üzerini toprakla örttü. Cesedi gömmüþ, þimdilik içinde bulunduðu çaresizlikten kurtulmuþtu.
 
Kaynaklarýmýzda  Âdem (a.s.)’ýn olayý duyunca son derece üzüldüðü, uzun yýllar gülmediði, hiçbir þeyden tat, lezzet alamadýðý nakledilir. Onun bu duygularý mýsralara dökülmüþtür:
 
” Deðiþti sanki beldeler,  deðiþti üstündekiler,
 
Tozlandý yeryüzü; bulandý, çirkinleþti görüntüler, 
 
Deðiþti her renklinin rengi, kalmadý tatlar, lezzetler,
 
Azaldý çehrelerdeki gülücükler, azaldý aydýnlýk yüzler…”
 
Ne var ki olan olmuþtu. Üzüntüler gideni geri getirmiyordu. Ýlk cinâyet iþlenmiþti. Bu cinâyeti iþleyenin artýk kýyamete kadar iþlenen her cinâyetten payý olacaktý. Çünkü yolu o açmýþtý. Allah Rasûlü, Abdullah Ýbn Mes’ûd’un (r.a.) rivâyet ettiði bir hadis-i þerifte þöyle buyuruyordu:
 
“Ne zaman can taþýyan bir insan zulmen öldürülse, Beþeriyetin ilki olan Âdem’in oðlu onun kanýndan bir günah payý alýr. Çünkü öldürme yolunu ilk açan kiþi odur.”
 
 
Burada “Âdem’in oðlu” diye zikredilen þüphesiz Kâbil’dir. Bu yolu baþlatan odur.
 
Aynî o günlerde Kâbil’in yaþýnýn 25, Hâbil’in yaþýnýn 20 olduðunu kaydeder. Bir baþka ifadeyle bu yaþlar gençliðin zirve çaðlarýdýr. Ne yazýk ki kan bulanmýþtýr.
 
Cür’et ve Cehâlet
 
Þüphesiz gençler üzerinde yapýlacak çok ciddî tahlillere, bu tahlillerden çýkan neticelerin deðiþik açýlardan deðerlendirilmesine, eðitim ve öðretim için çizilecek plan ve programlarýn buna göre yapýlmasýna ihtiyaç var.
 
Gençlerin yakýndan tanýnmasý, duygularýnýn, düþüncelerinin, hevesleri-nin, arzularýnýn, emel ve ümitlerinin yakýndan bilinmesi, onlarla birlikte yürümeyi ve onlardan verim almayý kolaylaþtýracaktýr.
 
 
Gençlerin en belirgin özelliklerinden biri de cür’et ve cesaretlerinin, bilgi ve tecrübelerinden daha fazla oluþudur. Bildiklerini, mevcut bilgilerinden çok daha fazla zannediþleri, çevresinde yaþananlara kendi bakýþ açýlarýndan baþka bakýþ ve deðerlendiriþ açýlarýnýn bulunabileceðini, belki de bu açýlarýn daha doðru olabileceðini zor kabul ediþleridir.
 
Zannediyorum Nuh (a.s.) ile oðlu arasýnda yaþananlar bunun açýk misallerinden biridir.  O günlere dönüyoruz:
 
Hakka teslim olmayan, içinde yaþadýðý bataklýktan çýkmayan, çýkma yolunda da hiçbir gayret sarfetmeyen, üstelik kendilerinin kurtarmak için çýrpýnan Nuh (a.s.) ile alay eden; “Biz seni apaçýk bir sapýklýk, dalâlet içinde görüyoruz,” diyerek kendilerini doðru, Nuh (a.s.)’ý yanlýþ gören kavim için toplu azap günleri gelip-çatmýþtý.
 
Nuh (a.s.), emredildiði þekilde gemi yapýyor; o çalýþýrken yakýnýndan gelip geçenler kendisiyle ve yaptýðý iþle alay ediyorlardý.
 
Bu sýrada oðullarýndan Sâm, Hâm ve Yâfes yanýndaydý, hidâyet saflarýnda yer almýþlardý. Dördüncü oðul Yâm ise yerini karþý safta seçmiþti. Belki o kolay olaný tercih etmiþti. Biliyordu ki babasý iyi bir insandý. Ancak onun diðer insanlardan farklý taraflarý vardý. Peygamber olduðunu, Alllah’tan vahy aldýðýný iddia ediyor, toplum hayatýnýn akýntýsýný tersine çevirmeye çalýþýyordu.
 
“Ondan baþka hiçbir ilâh olmayan Allah’a kulluk edin. Allah’tan korkmuyor musunuz?” (Mü’minûn, 23/ 23)
 
“Sizin için o büyük günün azabýndan korkuyorum.” (A’râf, 7/ 59)  diyordu.
 
Karþýsýndaki insanlar ise çok kalabalýktý. Topluluðun hayat akýþý, O’nun arzu ettiði gibi deðil, O’nu anormal görenlerin, O’na “sapýk, çýldýrmýþ”… diyenlerin, O’nunla alay edenlerin istediði yöndeydi. Onlarýn arzu ve isteklerine uygun bir þekildeydi.
 
Ýnsanlar için akýntýnýn gittiði istikameti seçmek daha kolaydý. Çoðunluðun seçtiði yol, gittiði istikâmet, yaþadýðý hayat, derinliðine düþünmeyenler, uzak yarýný hesap etmeyenler, “neler doðru, neler yanlýþ?” diye yapýlan ve yaþananlarý ciddiyetle incelemeyenler için daha akla uygun ve seçimi kolay geliyordu.
 
Nitekim aradan uzun asýrlar geçmesine raðmen günümüzde de öyle. Nice yanlýþlar var ki, onlarý doðrultmak þöyle dursun, tartýþma imkaný dahi bulunamýyor. Yanlýþ olduðunu söylemek bile suç sayýlýyor. Belki daha acý bir gerçek olarak kaydetmek gerekirse; birçoðunun yanlýþ olduðu bilindiði için tartýþýlmasýna, tenkit edilmesine fýrsat verilmiyor. Birçok yanlýþ, sunî olarak oluþturulan kamu oyu doðru kabul ettiði için doðrular arasýnda yer alýyor. Doðruluðuna delil olarak da kamu oyunun anlayýþý gösteriliyor.
 
Ne yazýk ki, olaylarýn mazîsini bilmeyen nesiller, yaþantýnýn akýntýsýna kapýlan insanlar da sathî bir düþünceyle bu yanlýþlarý ve eðrileri doðru görüyor ve doðruluðunu iddia ediyor. Gerçek doðrularý reddediyor, cephe alýyor, yerine göre alaya ediyor…
 
 
Nuh (a.s.)’ýn oðlu Yâm’ýn da bu akýntýlara kapýldýðýný, kolayý seçtiðini, toplumun dýþlamaya çalýþtýðý babasýný haksýz, söylediklerini yanlýþ kabul ettiðini görüyoruz. Ona göre babasý, boþ ve mânâsýz bir yolda asýlsýz ve toplumun fikirleri ve yaþantýsýyla uyuþmayan haberler veren biriydi. Büyük iddialarda bulunuyordu.
 
Ancak gün gelmiþ, gökten yaðmurlar boþanmaya baþlamýþtý. Bu yaðmur, sýradan bir yaðmur deðildi. Sanki gök yarýlmýþ, içinde ne varsa boþaltýyordu. Semâdan boþalan sulara, yerden fýþkýranlar da eklenmiþti. Artýk her taraf su kaynýyordu. Yüksek vâdilerken çaðýldayarak inen seller, yerden kaynayanlarla birleþerek vâdîlerin tabanýnda her geçen dakika biraz daha yükseliyordu. Çok geçmeden yükselen sular, insanlýk tarihini en meþhur gemisini taþýmaya baþladý. Kurtuluþa erecekleri baðrýnda barýndýran bu gemi, artýk sular üstündeydi ve sularýn yükseliþiyle o da yükseliþine devam ediyordu.
 
Tasvire sýðmaz bir manzara yaþanýyordu. Vâdîler doluyor, üzerinde yürünen yollar, içinde yaþanýlan evler, gölgesinde oturulan dev aðaçlar, kayalýklar adým adým yükseklere doðru ilerleyen sularýn altýnda kalýyordu. Oluþan göller ve denizlerde çýlgýn dalgalar meydana gelmeye baþlamýþtý. Kýsa sürede küçük, hýrçýn dalgalar, dev dalgalara dönüþtü…
 
Bu dehþetli an yaþanýrken Nuh (a.s.) bir kenarda duran oðlunu gördü. Babalýk þefkati içini doldurmuþtu. Seslendi: “Yavrum! Sen de bizimle birlikte gemiye bin! Yarataný inkâr eden kâfirlerle berâber olma!” (Hûd. 11/ 42)
 
Oðlu, henüz yaþanýlan olaylarýn þuurunda deðildi. Yüksek daðlara çýkarsa, sularýn kendisine zarar veremeyeceðini zannediyordu. Ona göre; sular ne kadar yükselirse yükselsin dað tepelerine ulaþamaz, vâdilere yayýlýr, akar giderdi. Bu kadar engin vâdileri doldurup, daðlarýn doruklarýný aþmasý, dev daðlarý boðmasý mümkün deðildi. Cevap verdi:
 
“Daðlara sýðýnýrým! Tepeler beni sudan korur!”
 
Nûh (a.s.) hâlâ onu kurtarmaya çalýþýyordu:
 
“Yavrum! Bu gün, Allah’ýn azabýndan ancak rahmetiyle koruduklarý kurtulur.” (Hûd. 11/ 43)
 
Delikanlý duyduklarýyla iknâ olmamýþtý. Zaten önce de iknâ edilememiþti. Ýnkarcýlar safýndaki yerini koruyor, babasýnýn son ikazýna da aldýrmayarak, kafirlerle beraber olmayý tercih ediyordu.
 
Aniden gelen bir dalga, konuþmayý noktalýyor, Nûh (a.s.) ile oðlunun arasýný perdeliyordu. Nûh (a.s.)’ýn arayan gözleri artýk oðlunu göremiyordu; dalgalar arasýnda kaybolup gitmiþ, þimdi boðulanlar arasýndaki yerini almýþtý.
 
Zikr-i Hakîm’de olay, öz olarak þöyle anlatýlýr:
 
“Gemi daðlar gibi dalgalar arasýnda onlarý götürüyordu. Nûh (a.s.), gemiden biraz uzakta, bir kenarda duran oðluna; – Yavrucuðum ! Sen de bizimle berarber gemiye bin. Kâfirlerle birlikte olma! diye seslendi.
 
Oðlu; – Ben daða sýðýnacaðým. O, beni sudan korur, dedi.
 
Nûh (a.s.); Bu gün, Allah’ýn emrinden, Ýlâhî azabtan ancak O’nun rahmet edip koruduklarý kurtulur, diye cevap verdi.
 
Derken aralarýna giren bir dalga onarlý ayýrdý. Böylece Nûh’un oðlu da boðulanlardan oldu.” (Hûd, 11/ 42-43)
 
Cehâlet ve cüretinin, inkar ve kolayý seçmenin, kendisini bütünüyle akýntýya kaptýrmanýn bedelini Âsi genç acý ödüyordu.
 
Ancak Nûh’un (a.s.) þefkat duygularý geçmemiþti. Rabbi ona ehlini, âilesini vaadetmiþti. “…ehlini gemiye bindir!” buyurmuþtu. Bu duygular içinde Rabbine yöneldi.
 
“Rabbim! Þüphesiz oðlum da âilemdendir. Senin vaadin de haktýr. Sen hüküm verenlerin en âdilisin.” (Hûd, 11/ 45)
 
Devâmýný Zikr-i Hakîm’den dinliyoruz:
 
“Allah buyurdu ki; Ey Nûh! O, kesinlikle senin âilenden deðildir. O kötü amel sahibidir; yasðtýðý doðru bir iþ deðildir.
 
Onun için, hakkýnda bilgin olmayan bir þeyi bizden isteme. Ben sana câhillerden olmamaný tavsiye ederim.” (Hûd, 11/ 46)
 
Nûh (a.s.) içinde bulunduðu duygulardan sýyrýlmýþ, hatasýný anlamýþtý. Yeniden Zikr-i Hakîm’e dönüyoruz:
 
“Nûh (a.s.) dedi ki: Rabbim! Senden Hakkýnda bilgim olmayan bir þeyi istemekten Sana sýðýnýrým. Eðer beni baðýþlamaz, þefkat ve rahmetinle korumazsan, gerçekten zarar uðrayýp kaybedenlerden olurum!.” (Hûd, 11/ 48)
 
Gerçek buydu. Allah Rasûlü’nün davetine uymayan, yolundan yürümeyen, inkar ve dalâlet saflarýnda yer alan, Yaratan’a isyan eden,  o Rasûlün kendi kanýndan, canýndan bir parça, -diðer bir ifadeyle öz oðlu-bile olsa ehlinden, âilesinden deðildi. Gerçek kardeþlik, iman kardeþliði, gerçek âile baðý iman baðýydý.
 
Tarihin akýþý içinde, iman nûrunun aydýnlattýðý gönüllerde bu kardeþliðin çok güzel örnekleri vardýr. Hicret sonrasý Medîne’de yaþananlar, kýyamete kadar hayýrla anýlmaya deðerdi. Þüphesiz ebedî âlemde de unutulamayacak, karþýlýðýný bulacaktý. Rabb’ýmýz, bu güzelliði þöyle över:
 
“Önceden Medîne’yi yurt edinmiþ, imaný gönüllerine yerleþtirmiþ olan kimseler, hicret edip kendilerine gelenleri sever ve onlara verilenlerden dolayý içlerinde herhangi bir rahatsýzlýk hissetmezler.
 
Kendileri muhtaç durumda olsalar bile, onlarý kendilerine tercih ederler. (Haþr 59/ 9)
 
Bedir’de de bunun güzel örnekleri vardý. Ebu Ubeyde (r.a.) gibi mü’min kardeþleriyle omuz omuza verip gerektiðinde babasýyla çarpýþanlar, Ebu Bekir (r.a.) gibi Ýslân nûruna karþý çýkan oðullarýný düþman saflarýnda arayanlar, kendi akrabâsýna, yakýnlarýna iman baðýyla baðlandýklarýný tercih edenler vardý.
 
Uhud’da vardý, Hendek’te vardý, Hudeybiye’de vardý. Sonraki günlerde de vardý… günümüzde de var. Þu ilâhî buyruk, bizlere bu gerçeði hatýrlatýyor:
 
“Allah’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun, Allah’a ve Rasûlü’ne düþman olanlarla dostluk ettiðini göremezsin. Bunlar kendi babalarý, çocuklarý. Kardeþleri, ya da aþîreti, akrabasý olsa bile.
 
Allah, iþte bu þuurda olan kimselerin kalbine iman nakþetmiþ ve katýndan bir ruhla onlarý desteklemiþtir. Onlarý, altýndan ýrmaklar akan Cennet bahçelerine saraylarýna sokacak ve orada ebedî hayat bahþedecektir. Allah onlardan razý olmuþ, onlar da Rablerinden hoþnut olmuþlardýr.
 
Onlar, Allah taraftarý olan, O’nun istediði safta yer alanlardýr. Ýyi bilmelidir ki, kurtuluþla erecek olanlar, Allah taraftarý olanlardýr.” (Mücâdele, 58/ 22)
 
Fazla söze ne hacet!…
_______________________________
Kaynaklar
 
- Kur’ân-ý Kerîm
 
- El-Bidâye ve’n-Nihâye
Telif: Hafýz Ýsmâil Ýbn Ömer Ýbn Kesîr (Ö. 774 H. / 1372 M.)
Tahkîk: Dr. Ebu Mülhim ve Arkadaþlarý
Dâru’l-Kütübi’l-Ýlmiyye 2. Baský. Beyrut
 
- El-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân
Telif: Muhammed Ýbn Ahmed el- Kurtubî (Ö. 671 H. / 1272 M. )
Dâru’l-Kütübi’l-Mýsrýyye. 3. Baský. Kahire
 
- Ýrþâdü’l-Akli’s-Selim ilâ Mezâyâ’l-Kur’âni’l-Kerîm
Telif: Ebu’s-Suud Muhammed Ýbn Muhammed el-Ýmâdî (Ö. 951 H. / 1544 M.)
Dâru Ýhyâi’t-Türâsi’l-Arabî. Beyrut. 
 
- Kasasü’l-Enbiyâ
Telif: Hafýz Ýsmâil Ýbn Ömer Ýbn Kesîr (Ö. 774 H. / 1372 M.)
Tahkik: Dr. Mustafa Abdülvâhid
3. Baský- 1988 / Mekke
 
- Kýsâs-ý Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ
Telif: Ahmed Cevdet Paþa
M.E.B. Yayýnlarý 1. Baský. 1972 / Ýstanbul
 
- Lisânü’l-Arab
Telif: Muhammed Ýbn Mükrim Ýbn Manzûr
Dâru Sâdýr Beyrut.
 
- Muhtasaru Tefsîr-i Ýbn Kesir
Telif: Hafýz Ýsmâil Ýbn Ömer Ýbn Kesîr (Ö. 774 H. / 1372 M.)
Ihtisar ve Tahkik: Muhammed  Ali Es-Sâbûnî
Dâru’l-Kur’âni’l-Kerîm 1399 H. Beyrut
 
- Müsned-i Ahmed
Telif: Ahmed Ýbn Hanbel
El-Mektebetü’l-Ýslâmî 2. Baský. Beyrut
 
- Safvetü’t-Tefâsîr
Telif:  Muhammed  Ali Es-Sâbûnî
Dâru’l-Kurâni’l-Kerim, 4. Baský. 1981 / Beyrut
 
- Sahih-i Buhârî
Telif: Muhammed Ýbn Ýsmail el-Buhârî (Ö. 256 H. / 869 M.)
(Þerhi Umdetü’l-Kârî ile basýlý)
Mektebetü’l-Halebî ve Oðullarý 1. Baský. 1972 / Kahire
 
- Sahih-i Müslim
Telif: Müslim Ýbn el-Haccâc (Ö. 261 H. / 874 M.)
Tahkîk: Muhammed Fuâd Abdülbâkî
Dâru Ýhyâi’t-Türâsi’l-Arabî. Beyrut.
 
- Es-Sýhâh
Telif: Ýsmâil Ýbn Hammâd el-Cevherî
Tahkîk: Ahmet Abdülðafûr Attâr
2. Baský. 1982 / Kahire
 
- Umdetü’l-Kârî, Þerhu Sahihi’l-Buhârî
Telif: Bedrüddin Mahmud el- Aynî (Ö. 855 H. / 1451)
Mektebetü’l-Halebî ve Oðullarý 1. Baský. 1972 / Kahire
 
- Hak Dini – Kur’ân Dili
Telif: Elmalýlý Hamdi Yazýr
Diyânet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý 1936 / Ankara
 
- Kur’ân-ý Kerîm Meâl-i Âlîsî ve Tefsiri
Telif: Ömer  Nasûhî Bilmen
Sadeleþtirilmiþ Baský. Ýpek Yayýnevî. Ýstanbul

Bu Makale 4826 defa okunmuþtur

 

Yazdýr

YAZARIN DÝÐER YAZILARI

©

12/06/2015 - 14:19 Oruçla Ýlgili Kýsa Bilgiler

©

10/03/2015 - 11:06 Kendinizi ve Ailenizi, Ateþten ve Hüsrandan Koruyunuz

©

23/10/2014 - 17:41 NAFÝLE NAMAZLAR

©

01/09/2014 - 14:50 BORÇ ve KARZ-I HASEN

©

04/08/2014 - 13:11 Uhud Gazvesi

©

30/06/2014 - 14:18 Ramazan Ayýný Karþýlarken

©

09/06/2014 - 10:44 Kur’ân-ý Kerîm’de Gençlik

©

05/05/2014 - 12:25 Genç Anne (Hâcer) ve Mekke Þehrinin Kuruluþu

©

07/04/2014 - 15:46 Putlar ve Putçuluk Zihniyetiyle Mücâdele Eden Genç

©

01/02/2014 - 13:26 Vahyin Geliþi

©

04/12/2013 - 13:20 Güçlü ve Güvenilir Genç

©

16/07/2013 - 12:45 Eþinizin ve çocuklarýnýzýn duygularýný anlayýnýz, zaman zaman kendinizi onlarýn yerine koyunuz ve olumlu yönde adýmlar atýnýz.

©

19/06/2013 - 16:14 Âile sýrlarýnýzý dýþarýya vermeyiniz

©

20/05/2013 - 11:57 Çocuklarýnýzý açýk sözlü yetiþtiriniz

©

18/04/2013 - 10:40 Çocuklarýnýzý kendi cinslerine uygun olarak yetiþtiriniz.

©

19/03/2013 - 13:48 Çocuklarýnýzýn yanlýþ alýþkanlýklar edinmesine fýrsat vermeyiniz.

©

19/02/2013 - 11:12 Çocuklarýnýzýn iyi arkadaþlar edinmelerine dikkat ediniz.

©

17/01/2013 - 12:09 Evinizin, kendinizin ve çocuklarýnýzýn maddî, manevî temizliðine dikkat edininiz.

©

24/12/2012 - 11:09 Kanaatkâr olunuz.

©

21/11/2012 - 13:38 Âile yuvanýzda israftan uzak durunuz

©

25/09/2012 - 10:36 Asýl gayenin ve hedefin ne olduðu âile yuvanýzda bulunan her fert tarafýndan bilinmelidir. Bu þuuru yuvanýzda filizlendiriniz.

©

27/08/2012 - 12:08 Büyüklerinize hürmet, küçüklerinize þefkat ve merhamet gösteriniz.

©

23/07/2012 - 11:24 Âilenize ve çocuklarýnýza zaman ayýrýnýz.

©

28/06/2012 - 12:29 Çocuklarýnýza þahsiyetli olmayý, baþka zihniyetleri taklit etmemeyi, olduðu gibi görünmeyi öðretiniz.

©

04/06/2012 - 11:28 Akrabalarýnýzla baðlarýnýzý koruyunuz.

©

25/04/2012 - 14:48 Anne ve babanýz için hayýrlý evlâd olunuz, çocuklarýnýza da güzel örnek

©

26/03/2012 - 11:16 Âile içindeki mesuliyetlerinizi biliniz ve çocuklarýnýza yaþ ve durumlarýna uygun mesuliyet veriniz.

©

27/02/2012 - 15:26 Ýlmi seviniz ve çocuklarýnýza ilim sevgisi aþýlayýnýz.

©

30/01/2012 - 11:23 Çocuklarýnýza ev içi adabý ile ilgili bilgiler veriniz, onlarý eðiterek güzel alýþkanlýklar kazandýrýnýz.

©

02/01/2012 - 11:49 Çocuklarýnýza güzel hasletler aþýlayýnýz.

©

28/11/2011 - 11:18 Çocuklarýnýza ibadet duygusu aþýlayýnýz. Onlara nasýl namaz kýlacaklarýný, nasýl oruç tutacaklarýný öðretiniz.

©

03/10/2011 - 11:46 Çocuklarýnýza Kur’ân öðretiniz.

©

05/09/2011 - 14:31 Çocuklarýnýza güzel sözler ve iman esaslarýný öðretiniz.

©

01/08/2011 - 11:54 Çocuklarla latifeleþiniz. Çocuklarýnýza güzel örnek olunuz

©

04/07/2011 - 12:24 Çocukluktan kaynaklanan hatalarýný hoþ görünüz.

©

03/06/2011 - 11:59 Çocuklarýnýza duâ ediniz, onlara bedduâ veya lânet etmeyiniz.

©

09/05/2011 - 11:58 Çocuklarýnýza adaletli davranýnýz.

©

11/04/2011 - 13:54 Yuvanýzýn içinde güzel dil kullanýnýz.

©

07/03/2011 - 12:34 Çocuklarýnýzý güzel ahlâkla yetiþtiriniz, onlarý þýmartmayýnýz.

©

14/02/2011 - 11:38 Çocuklarýnýzý seviniz ve onlara sevginizi belli ediniz.

©

06/01/2011 - 10:54 Yuvanýza Girerken Selâm Veriniz ve Çocuklarýnýza da Selâmý Alýþtýrýnýz.

©

02/12/2010 - 11:18 Asr-ý Saadet’ten Bir Genç Selâme Ýbn Ekva’-radýyallâhu anh-(Yorulmayan Ayaklar, Bitmeyen Azim)(I)

©

14/10/2010 - 17:45 Çocuklarla Þakalaþmak

©

27/07/2010 - 13:44 Varlýðýn Ýmtihaný

©

22/06/2010 - 12:34 Bilmek, yaþamak ve güzel üslupla aktarmak

©

17/05/2010 - 16:38 Yuvanýzý kaerþýlýklý sevgi, rahmet ve þefkat temelleri üzerne kurunuz. Yuvanýzdan sevgi ve rahmeti eksik etmeyiniz.

©

16/04/2010 - 11:22 Ýmanýnýzý hayýrlý, güzel amlellerle dýþ dünyaya aksettiriniz.

©

24/09/2009 - 10:59 SÜNNETÝ HAKKA GÝDEN YOL BÝLMEK

©

22/08/2009 - 09:43 Mukaddes Diyâr’a

©

24/07/2009 - 11:06 Yeni Bir Ramazan Yaþarken

©

25/06/2009 - 09:20 Çocuklarýmýz filizlenip büyürken

©

01/06/2009 - 14:54 Hissedilen Güç, Engin Basîret

©

28/04/2009 - 16:03 Vahy Safiyeti ve Bulandýrma Gayretleri

©

07/04/2009 - 13:17 Ýç Dünyamýzýn Dýþ Dünyaya Aksi Edep ve Ahlâk

©

09/03/2009 - 15:10 Anne ve Babalara Üç Nasihat

©

17/11/2008 - 23:48 Selim Fýtrat, Kötü Alýþkanlýk ve Çocuklar

©

30/05/2008 - 23:02 Âile Yuvasýnda Sevgi ve Rahmet

©

13/03/2008 - 23:57 Orta Yol Ýfrat ve Tefrite (Aþýrýlýklara Düþmemek)
 
 

Site Ýçi Arama

16 Sevvâl 1445 |  25.04.2024

Bir Ayet

Bismillâhirrahmânirrahîm

O, karanýn ve denizin karanlýklarýndan yolunuzu bulmanýz için size yýldýzlarý var edendir. Bilebilen bir topluluk için biz ayetleri birer birer (bölüm bölüm) açýkladýk.

( En'âm Suresi - 97)

Bir Hadis

EbûHüreyre (radýyallâhuanh) anlatýyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kýyametten hemen önce karanlýk gecenin parçalarý gibi fitneler var. Kiþi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akþama kafir olur; mü'min olarak akþama erer, sabaha kafir çýkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayýrlýdýr. Yürüyen koþandan hayýrlýdýr. Öyleyse yaylarýnýzý kýrýn, kiriþlerinizi parçalayýn, kýlýçlarýnýzý da taþa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Adem'in iki oðlundan hayýrlýsý olsun (ölen olsun, öldüren deðil)"



Ebu Davud, Fiten 2; Tirmizî, Fiten 33

Bir Dua

Allah’ým! Bizi baðýþla, bize merhamet eyle, (ibadetlerimizi, hayýr ve hasenatýmýzý, dualarýmýzý) kabul eyle, bizi cennete koy, bizi cehennemden azad eyle, bütün iþlerimizi ýslah eyle.”

(Ýbn Ebu Þeybe, Duâ, 135)

Hikmetli Söz

Alan Sensin, veren Sensin, kýlan Sen. Ne verdinse odur dahi nemiz var. Hakikat üzre anlayýp bilen Sen. Ne verdinse odur dahi nemiz var. Aziz


Canlý yayýn

Ýslam Ansiklopedisi

  Tasarým : Networkbil.NET

@2008 kuraniterbiye.Com