Çünkü maþeri vicdan dilenciyi “destek” diyebileceðimiz bir hoþgörü ile karþýlamaktadýr.Ýslam, yardýmlaþmayý, özellikle darda kalmýþýn elinden tutmayý emir ve teþvik eder, bu güzel davranýþa büyük mükâfatlar vaad eder. Dinin bu tutumu, gerek Müslüman bireyde, gerek maþeri vicdanda yoksula karþý, insanýn mayasýnda zaten var olan duyarlýlýða özel bir ivme kazandýrmýþtýr. Bundan dolayý “Kapýya gelen boþ çevrilmez.” “Her geceyi kadir, her gördüðünü Hýzýr bil”mek gerekir. Yine ayný yöneliþle “hayýrsever” kimse; zaman zaman kandýrýldýðýný hissetse bile “Hýzýr’ý kaçýrmak” endiþesi ile gene de verir. Böyle bir tutum temelde þefkat ve merhamet duygularýnýn yansýmasýdýr. Ancak, bu duygularý besleyip geliþtiren dinî motifler de önemli bir etken konumundadýr. Yoksulun elinden tutmak konusundaki Kur’an ve Sünnet kaynaklý teþvikler doðrudan ya da dolaylý olarak toplumun her kesiminden insanlarý bu konuda yönlendirmektedir.
Dinî-ahlaki ilkelerin hayata hâkim kýlýnmasý, bireysel ve toplumsal plânda maddi ve ruhi açýlýmlar saðlar. Ancak bu tür pratiklerde iþin hikmet boyutu gözden uzak tutulup özden uzaklaþýlýrsa, doðacak sakýncalarýn telafisi zorlaþýr.
Ýslam, “Onlar, seve seve yiyeceði yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (Ýnsan, 8.) ayeti ile yoksula yardým noktasýndaki teþvikin çerçevesini çizmektedir. Ayette iki odak noktasý var: Birincisi yetim, yoksul ve esir kelimeleri ile ifade edilen ihtiyaç sahibi kimseler, ikincisi ise bunlarýn gözetilmesidir. Çalýþýp alýn teri ile yaþamak temel ahlaki ilke olduðu için pratikte, ihtiyaç sahiplerinin elden gelen her þeyi yaptýklarý halde yine de ihtiyaç hâlinden kurtulamadýklarý kabul edilir. Bu gibi kimselerin ya çok az þeyi vardýr, ya da hiç yoktur. Bununla birlikte çýkýp kimseden bir þey istemezler. Nitekim ayetteki ‘yoksul’ (miskin) “fakir” olaný deðil, fakir olup dilenmeyeni ifade eder. Rasulüllah da bunu vurguluyor: “Miskin, dilenen ve bir iki hurma, biri iki lokma yiyecek alýp giden kimse deðildir. Miskin, (ihtiyaç sahibi olduðu halde dilenmeyip) iffetiyle yaþayandýr.” (Buhari, Zekât, 53.) Elinin emeði ile geçinme imkânlarý varken bunu yapmayýp baþkasýna muhtaç hâle gelmek, onurlu kimsenin kabullenebileceði bir durum deðildir. Hele iþin içinde bir de kendini acýndýrmak ve istismar var ise, o zaman ahlaka aykýrý bir tutum söz konusu olmaktadýr.
Bir yandan dilenen kimselerin hýrs ve tamahkârlýklarý, diðer yandan onlara bir þeyler verenlerin seçici davranmayýp “vererek rahatlama” yolunu tercih etmeleri yüzünden dilencilik sürüp gidiyor. Oysa dilencilik onur kýrýcý bir iþtir. Müslüman ise onurludur. Baþkalarýnýn himmetine muhtaç olarak yaþamayý sýradanlaþtýrmak onun hayat anlayýþýna terstir. Maddi imkânsýzlýklar içinde yaþayan bazý sahabiler zaman zaman Hz. Peygamber’den bu konuda maddi yardým isterlerdi. Rasulüllah da elinden geldiðinde onlarý eli boþ çevirmemeðe çalýþýr, yanýnda ne varsa onu esirgemeden verirdi. Ancak bu Rasulüllah’ýn dilencileri hoþ gördüðü anlamýna gelmiyor. Onun dilencilik karþýsýnda takýndýðý tavizsiz tutum ortadadýr. Genel ilke, dilenciliðin haram oluþudur. “Dilenmek ancak þu üç sebeple helal olur: Borçluluk, yoksulluk, kan bedeli ödeyecek olmak.” (Buhari, Zekât, 53.) Her üç durumda da ihtiyaç sahibi olmak ortak özelliktir. Þu halde dilenmek ile dilencilik ayrý þeylerdir. Birincisi, elinden geleni yaptýðý halde ihtiyaç hâlinden kurtulamadýðý için el açar; diðeri ise dilenmeyi meslek edinmiþtir.
Ýslam’ýn yardýmlaþma ilkesini sembolize eden “Veren el, alan elden hayýrlýdýr.” (Buhari, Zekât, 50.) hadisi bir yandan ihtiyaç sahibine vermeyi teþvik ederken, diðer yandan inceden inceye alan el olmayý eleþtirmektedir. Hz. Peygamber’in bu ifadesi, sürekli olarak kendisinden bir þeyler isteyen sahabiye (Hâkim b. Hizam) bu davranýþýnýn iyi olmadýðýný izah eden sözlerinin sonunda yer almaktadýr. Nitekim söz konusu sahabi bir daha kimseye el açmayacaðýna yemin etmiþtir. (Buhari, Zekât, 50.)
En basit, en sýradan bir iþ de olsa elinin emeði ile yaþamak temel ilkedir. Hz. Peygamber bu gerçeði; dilenmektense kestiði odunlarý sýrtýnda taþýyýp satan adam örneði ile gözler önüne sermiþtir. (Buhari, Zekât, 50.) Baþkalarýnýn yardýmýna ihtiyaç duyulursa öncelikle karþýlýklý yardýmlaþma, ya da gönüllü baðýþlardan yararlanma yoluna gidilir. Bütün çarelerin tükendiði yerde baþkalarýndan karþýlýksýz maddi yardým talep etme yolu açýlýr. Fakat Ýslam ahlakýnýn verdiði üstün ruh terbiyesine sahip olanlar, bu ruhsata da baþvurmazlar. “Ýffetlerinden dolayýdan dilenmedikleri için) bilmeyen onlarý zengin sanýr. Sen onlarý yüzlerinden tanýrsýn. Ýnsanlar arsýzca (bir þey) istemezler. Siz hayýr olarak ne verirseniz Allah onu bilir.” (Bakara, 273.) Bu ayette ihtiyaç sahiplerinin aranýp bulunmasý ve ihtiyaçlarýnýn giderilmesinin toplumun bir görevi olduðuna iþaret vardýr. Buna göre ayette “Evet, onlar iffetlerini ayaklar altýna alýp dilencilik yapmazlar. Fakat içinde bulunduklarý zor durum, onlarýn fiziki ve ruhi yapýlarýna yansýr. Onlarý belirleyip ihtiyaçlarýný giderin” denilmiþ oluyor. Hz. Peygamber’in hiçbir isteyeni boþ çevirmemiþ olmasý (Buhari, Cenâiz, 28.) her isteyeni onayladýðý anlamýna gelmiyor. O, “Sakýn isteyeni azarlama!” (Duhâ, 10.) ayeti doðrultusunda merhameti ve cömertliði sebebi ile veriyor fakat, bir yandan da baþkalarýna el açmayý iþ edinmenin olumsuz sonuçlarýna dikkat çekiyor. Buyuruyor ki, “Bir insan dilenmeyi iþ edinir ve nihayet Allah’ýn huzuruna yüzünde et bulunmaz bir halde çýkar.”
Dinin yardýmseverliði ve merhameti teþvik etmesinin de etkisi ile toplum güçsüzler ve yardýma muhtaçlar karþýsýnda duyarlýdýr. Dilenci bu duyarlýlýðýn farkýndadýr ve daima onu kullanabilmenin fýrsatýný gözetir. O bir merhamet avcýsýdýr. Unutulmamalýdýr ki, dilenciliði besleyen ana damar merhamet duygusu deðil, bu duygunun istismarýdýr. O sebeple yapýlmasý gereken þey, ihtiyaç sahibi karþýsýnda dinî ve vicdani duygularýn paranteze alýnmasý deðil, istismar edilen kitleye dilenciliðin, dinî-vicdani duygularýn konusu olmadýðýný kavratmak olmalýdýr. Dilencinin bizi istismar etmesi bizim iyi niyetimize, daha da önemlisi bilgi eksikliðimize dayanýyor. Bu istismarýn önüne geçmek için baþvurulacak temel yöntem, dilenciyi “ýslah etmek” kadar merhamet sahibi yüreði kendine getirmektir. Yerinde gösterilmeyen merhamet amaca hizmet etmekten uzaklaþýr. Dekart bir ihtiras türü olarak gördüðü merhamet duygusunun nasýl kontrolden çýktýðýný þöyle açýklamaya çalýþýr: “Talihin tersliklerine karþý kendilerini pek zayýf ve maðdur hissedenler, bu ihtirasa baþkalarýndan daha çok meyillidirler; çünkü onlar baþkasýnýn fenalýðýný kendi baþlarýna gelebilecek bir fenalýk olarak tasavvur ederler. Ve böylece kendileri için duyduklarý aþktan ziyade, baþkalarý için duyduklarý aþk ve sevgi yüzünden merhametle heyecan duyarlar.” (Dekart, Ruhun Ýhtiraslarý, Çeviren: Mehmet Karasan, M.E.B. Ýstanbul 1997, s.146.)
Dilencilere sýrf vicdani ve dinî duygularla bir þekilde destek verenler aslýnda, yanlýþ bir þey yaptýklarýnýn farkýnda deðillerdir. Onlar, kim olursa olsun, bir þey isteyene vermemeyi merhametsizlik sayarlar. Acaba dilenciye para vermemek merhametsizlik midir? Evet, merhamet mayamýzda var ve bu, insanýn hep diri tutmasý gereken bir duygu. Fakat “Fazla merhametten maraz doðar” diyen de halk irfanýmýzdýr. Þüphesiz ki kast edilen yersiz merhamettir. Yerinde gösterilmeyen merhamet beklenen sonucu hâsýl etmediði gibi, tam aksine zararlý da olur. Bu sebeple dinin öne çýkardýðý ihtiyaç sahibi ile istismarcýyý birbirinden ayýrmak gerekiyor. Bunu nasýl mý yapacaðýz? Ýþte Hz. Peygamber’in koyduðu ölçü: “Az olsun, çok olsun, mal biriktirmek için dilenen kimse kor ateþ dileniyor demektir.” (Müslim, Zekât, 105.) Buna karþýlýk, ”Saðlýðýndan, malýndan ve aile fertlerinden yana güvenliði yerinde, günlük yiyeceði de yanýnda olarak güne baþlayan kiþiye, sanki bütün bir dünya verilmiþ gibidir.”(Tirmizi, Zühd, 9.)
Dilencilik toplumsal alanda gerçekleþen ve hukukun onaylamadýðý bir iletiþim biçimidir. Ne var ki önlenmesi konusunda yapýlanlar açýkça yetersiz kalýyor. Çünkü maþeri vicdan dilenciyi “destek” diyebileceðimiz bir hoþgörü ile karþýlamaktadýr. Bu hoþgörünün temelinde dilenciler tarafýndan istismar edilen merhamet duygusu vardýr.
Hele dilendirilen çocuklar, dilenenler arasýnda en masum ve çaresiz grubu oluþtururlar. Çocuk dilenciliðinde çift yönlü bir istismar vardýr. Bir yandan çocuk yanlýþa alet edilirken, diðer taraftan ona bir þeyler veren birey istismar edilmektedir.
Dilenmeyi iþ edinmek, geçinmek için harcanmasý gereken emeðin istismar yolu ile baþkalarýna havale edilmesi demektir. Bunun önlenmesi için yoksulluðun giderilmesi yetmez. Ýþin bir de ahlaki boyutu var ve galiba bu hepsinden önemlidir. Hýrslarýnýn esareti altýnda gözü dönmüþ insanlarýn yerine, gözü doymuþ insanlarý koyabilmek gerekiyor.
|