Allah katýnda yegâne hak din Ýslam’dýr: “Allah nezdinde hak din Ýslam'dýr.” (Âl-i Ýmran, 3/19.)
Ýslam’ýn temeli imana dayanýr. Ýman ise, “güven” anlamýna gelen “el-Emn” kökünden gelir. “Emanet” “emniyet” vb. kavramlar, hep bu kökten türemiþtir. Bu baðlamda sözlük anlamý itibarýyla “el-emin” “kendisine güvenilen kimse”, “el-mümin” ise, “kendisi güven içinde olan ve karþýsýndakine de güven veren kimse” anlamýndadýr.
Buna göre Ýslam güven dinidir; çünkü bu dinin sahibi olan Yüce Allah, kendisini Kur’an’da “el-Mü-min” olarak niteler. Allah Teala’nýn “el-Mümin” olmasý; a) Kendisinin her türlü tehlikeden beri olduðu, b) Yaratmýþ olduðu bütün âlemlerde güven ve huzurun teminatý olduðu anlamýna gelir: “O, kendisinden baþka tanrý olmayan, hükümran, çok kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruðunu her þeye geçiren, ulu olan, Allah'týr.” (Haþr, 59/23.)
Ýslam, güven dinidir; çünkü bu dini ilahî âlemden alýp beþerî âleme ulaþtýran vahiy meleði Cebrail (a.s.), Kur’an’da “güvenilir manevi varlýk” olarak nitelenir: “(Rasulüm!) Onu Ruhu'l-Emin (Cebrail) indirmiþtir.” (Þuara, 26/107.)
Ýslam, güven dinidir; çünkü bu dini insanlýða teblið eden Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Lut, Hz. Þuayb, Hz. Musa vb. bütün kutlu elçiler kendilerini milletlerine öncelikle “güvenilir bir elçi” olarak nitelemiþlerdir: “Bilin ki ben, size gönderilmiþ güvenilir bir elçiyim.” (Þuara, 26/193.)
Ýslam, güven dinidir; çünkü bu dinin son tebliðcisi olan Hz. Peygamber (s.a.s.)’in daha kendisine vahiy gelmeden önceki ilk lakabý “Muhammedü’l-Emin” yani “Güvenilir Muhammed”dir. Ýslam, güven dinidir; çünkü onun gönderildiði ve geliþip büyüdüðü kutsal Mekke þehri emin bir beldedir: “… Þu emin beldeye yemin ederim ki…” (Tin, 95/3.)
Ýslam, güven dinidir; çünkü onun bize hedef gösterdiði cennet yurdu, içinde güvenli makamlarýn yer aldýðý emin bir yurttur: “Müttakiler is cennetlerde gerçekten güvenilir bir makamdadýrlar…”(Duhan, 44/51-52.)
O hâlde her bir Müslümanýn, önce Hz. Peygamber (s.a.s.)’i örnek alarak “el-emin”, ardýndan da Rabbine layýk bir kul olarak gerçek manada “el-mümin” olmasý gerekir. Zira Kur’an’a göre yeryüzünde Allah’ýn “Halife”si olan Müslümana yaraþan þey, Allah ve Rasulü’nü en iyi þekilde temsil etmektir. Bu husus, bir kutsi hadis-i þerifte þöyle ifade edilir: “Kulumu sevince gören gözü, duyan kulaðý, tutan eli olurum. Artýk o benimle duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür.” (Buhari, Rikak, 38.)
Güvenin þartý sýdk; yani dilde, eylemde ve tutumda doðruluk ve sadakattir.
Bir yerde sýdk varsa, orada kendiliðinden güven oluþur. Nitekim Yüce Allah, Kur’an’da bizlerden daima doðruluktan ve doðrulardan yana olmamýzý ister: “Ey iman edenler! Allah'tan sakýnýn ve doðrularla beraber olun.” (Tevbe, 9/119.)
Güvenin zýddý ve düþmaný ise, hýyanet; yani dilde, eylemde ve tutumda baþkalarýna ihanet etmektir. Bir yerde hýyanet ortaya çýktýðýnda, artýk orada güven kalmaz ve ortalýðý birden fitne; yani büyük bir güvensizlik ve endiþe duygusu kaplar. Bu nedenle Allah Teala, Kur’an’da çok açýk bir þekilde hainleri sevmediðini ifade etmiþtir: “…Doðrusu Allah hainleri sevmez.” (Enfal, 8/58.)
Kur’an-ý Kerim’de insanlar, inanç yönüyle genel olarak üç ayrý kategoride deðerlendirilir: a) Müslüman, b) Kâfir-müþrik, c) Münafýk. Hz. Peygamber, hýyanetin bu üç insan tipolojisinden en sonda yer alan ve insanlýðýn en kötüsü olan münafýða ait asli bir özellik olduðunu ifade eder: “Münafýðýn alâmeti üçtür: Konuþunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir þey emanet edildiðinde hýyanet eder.” (Buhârî, Þehâdât, 28.)
Her insan veya kesimin birer düþmaný olabileceði gibi, Müslümanlarýn da tarih boyunca bilhassa gayrimüslim kesimlerden pek çok düþmaný olmuþtur. Müslümanlar, onlarýn açýk meydan okumalarýna karþý gerekli tedbirleri almýþlar, gerektiðinde kendileriyle savaþmýþlar; çoðu zaman yenmiþ, zaman zaman da yenilmiþlerdir.
Bununla birlikte tarihî süreç içinde Ýslam’a ve Müslümanlara en büyük zararý, gayr-ý Müslimlerden ziyade Ýslam toplumunun kendi iç bünyesinde yer alan münafýk kimse ve kesimler vermiþtir: “Þüphe yok ki münafýklar cehennemin en alt katýndadýrlar. Artýk onlara asla bir yardýmcý bulamazsýn.” (Nisa, 4/145.)
Öyle ki Münafýklar, Ýslam toplumu dâhilinde ortaya koyduklarý her an nereden geleceði belli olmayan türlü ihanetlerle Müslümanlarý büyük fitnelere düþürüp periþan etmiþlerdir. Sonuçta Allah’ýn yardýmýyla, kendileri de rezil rüsvay olup bertaraf edilmiþler, fakat onlarýn Ýslam toplumuna verdikleri maddi-manevi zararlar tesirini çok uzun süre devam ettirmiþtir: “…Allah, hainlerin tuzaklarýný baþarýya erdirmez…” (Yusuf, 12/52.)
Bu nedenle Kur’an muhtevasýnýn önemli bir kýsmýnda münafýklardan bahsedilmekte ve dikkatler onlarýn özelliklerine ve ortaya çýkarabilecekleri fitnelere çekilmektedir. “Þüphesiz münafýklar Allah'a oyun etmeye kalkýþýyorlar; hâlbuki Allah onlarýn oyunlarýný baþlarýna çevirmektedir. Onlar namaza kalktýklarý zaman üþenerek kalkarlar, insanlara gösteriþ yaparlar, Allah'ý da pek az hatýra getirirler. Bunlarýn arasýnda bocalayýp durmaktalar; ne onlara (baðlanýyorlar) ne bunlara. Allah'ýn þaþýrttýðý kimseye asla bir (çýkar) yol bulamazsýn.” (Nisa, 4/142-143.)
Ýnsan için bu dünyada baþa gelecek en kötü þey, ölümdür. Bununla birlikte ölümden daha kötü olan þey, yaþam boyu baþýmýza gelen fitneler; yani canýmýza, malýmýza, inancýmýza, namus ve iffetimize yönelik ani saldýrýlardýr. Kur’an’da, bu hususa þöyle dikkat çekilir: “Her canlý, ölümü tadacaktýr. Bir fitne/deneme olarak sizi hayýrla da, þerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 21/35.)
Bu noktada Müslüman kimse ve kesimlere düþen görev ve sorumluluk, âdeta cennete kavuþmuþçasýna içine düþtüðümüz gafletten bir an önce sýyrýlýp, zorlu bir imtihan dünyasýnda olduðumuz bilinciyle her an için baþýmýza gelebilecek türlü sinsi tehdit ve tehlikelere karþý teyakkuz hâlinde olmak ve bu
konuda tüm Müslümanlarý uyarmak ve bilgilendirmektir. Nitekim fitne, sadece baþýna geldiði kimse veya kesimi deðil, bilakis bütün bir milleti ve ümmeti etkileyip zora sokar: “Bir de öyle bir fitneden sakýnýn ki o, içinizden sadece zulmedenlere eriþmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini periþan eder). Biliniz ki, Allah'ýn azabý þiddetlidir.” (Enfal, 8/25.)
O hâlde gelin millet ve ümmet olarak hep birlikte karþýmýza çýkan her türlü fitne hareketine karþý vahdet; yani birlik, beraberlik ve kardeþlik içinde karþý koyup onunla bütün etki ve izleri silinip yok oluncaya kadar mücadele edelim. Zira Yüce Allah, Kur’an’da bizlere þöyle emretmektedir: “Fitne ortadan kalkýncaya ve din tamamen Allah'ýn oluncaya kadar onlarla savaþýn! Þayet yaptýklarýna son verirlerse, þüphesiz ki Allah onlarýn yaptýklarýný çok iyi görür.” (Enfal, 8/39.)
Yüce Rabbimiz, biz Ýslam ümmetini her türlü fitne fücurdan koruyup kollasýn.
Prof. Dr. Muammer ERBAÞ / Diyanet Aylýk Dergi
|