Yaratýlýþ gayesi olan “ibadet” görevini ifâ edebilmesi için insanýn, her þeyden önce iman etmesi gerekir. Allah, insaný dünya hayatýnda imtihana tâbi tuttuðu için (4) imân edip etmemeyi insanýn iradesine býrakmýþtýr: “(Ey Peygamberim!) De ki: Hak (Kur’an) Rabb’inizden (gelmiþtir). Artýk dileyen imân etsin ve dileyen inkâr etsin” (Kehf, 29).
Allah, imân veya inkâr etme konusunda insaný serbest býrakmakla birlikte onlara ýsrarla imân etmelerini emretmiþtir:
“Allah’a, elçisine ve elçisine indirdiði kitaba (Kur’an’a) ve daha önce indirdiði kitap(lar)a imân edin”(Al-i Ýmrân,179).
Yüce Allah,‘iman edin’emri ile yetinmemiþ, pek çok âyet-i kerîmede imân edenlere mükâfat (cennet ve nimetlerini), inkâr edenlere ise ceza (cehennem ve azabý) olduðunu bildirmiþtir.
Mü’minleri imana sevk eden (5) ve onlara imaný sevdiren Allah’týr. (6) Allah’ýn izni olmadan kimse iman edemez. Ancak akýllarýný kullanmayanlar iman etmezler, azabý ve rezilliði onlar hak ederler. Allah kullarýnýn imanýna muhtaç deðildir. Fakat kullarýnýn küfre düþmelerine de razý olmaz, aksine iman edip þükretmelerinden hoþnut olur.(7)
Ýman eden de inkâr eden de kendi leh ve aleyhine yapmýþ olur.(8)
Ýman eden hidayete ermiþ ve ebedî saadeti kazanmýþ olur. ‘Kulluk’ görevini ifâ edebilmek, ‘dünya imtihanýný’ baþarý ile noktalayabilmek ve neticede Allah’ýn rýzasýný ve cennetini kazanabilmek için ‘hakikî bir imana’ sahip olmak, bunun için de ‘iman gerçeðini’ ve ‘imanýn kabul olmasýnýn þartlarýný’ çok iyi bilmek lâzýmdýr.
Bu yazýmýzda “Ýnsanlardan Allah’a ve âhiret gününe iman ettiðini söyleyenler vardýr. Halbuki onlar mü’min deðillerdir” anlamýndaki Bakara Suresinin 8. âyetini tahlil etmeðe çalýþacaðýz.
ETÝMOLOJÝK TAHLÝL
Ayette geçen ‘en-nâs’ kelimesi ‘insân’ kelimesinin çoðuludur. Ýnsan kelimesinin aslýnýn ‘ünâs’ veya ‘insiyân’ olduðu söylenmiþtir. Abdullah ibn Abbas,“insanlarýn atasý Adem (a.s.), Allah’a verdiði sözü unuttu bu sebeple kendisine insan ismi verildi” demiþtir.(10) Ýnsana, hemcinsleriyle anlaþýp kaynaþtýðý için veya cinlerin zýddýna gözle görülen varlýklar olduðu için insan ismi verildiði de söylenmiþtir. ‘en Nâs’ kelimesinin baþýndaki elif lam cins içindir.(11)
‘Ýman’,kelimesi ‘e-m-n’kökünden ifâ’l kalýbýnda mastar olup, tasdik etmek, bir þeyin doðru olduðunu söylemek ve doðru olarak kabul etmek,güvenmek, inanmak, boyun eðmek ve birine güven vermek anlamlarýnda olup ‘küfür’ kelimesinin zýddýdýr. ‘E-m-n’ kökünün birbirine yakýn iki asýl anlamý vardýr, ‘emânet’ve ‘emn’.‘Emânet’,kalbin sükûn bulmasý demek olup ‘hýyânet’ kavramýnýn zýddýdýr.‘Emn’ ise, nefsin güven içinde, kalbin huzur ve sükûn halinde olmasý, korkunun bulunmamasý demek olup ‘havf’ (korkma) kelimesinin zýddýdýr. Bu kökten türeyen ‘emîn’, kalbinde korku ve endiþe olmayan ve güvenilir kimse demektir. (12) Din ýstýlahýnda îmân; Kur’ân’ý ve Hz. Muhammed (a.s.)’in haber verdiði þeyleri kalple tasdîk etmek, þeksiz ve þüphesiz kabul etmek anlamýndadýr. (13)
‘Son gün’ anlamýndaki ‘el-yev- mi’l-âhir’ ile maksat kýyamet günüdür. Kýyamet gününe ‘son gün’ denilmesi; kýyametin kopmasýyla dünya günlerinin sona ermesi veya Araplarda öncesindeki gecesiyle birlikte gündüze ‘yevm’ denilmesi, kýyametin kopmasýyla artýk gecenin olmamasý veya kýyamet gününün dünyadan sonra gelmesi sebebiyle dir. Kýyamet günü, sayýlý ve sýnýrlý son gündür. Kýyamet gününden sonra gelen günlerin sayýsý ve sonu yoktur.(14) Kur’an’da son güne el- yevmü’l-âhir denildiði gibi kýyamet günü/yevmü’l-kýyame de denilmiþtir.(15) ‘Allah’ lafzý Yaratýcýnýn özel ismidir. Bu ismin çeþitli asýllardan türediði ileri sürülmüþ isede(16) ‘el-ilah’ kelimesindeki hemze olan elifin düþürülmesiyle elde edildiði görüþü tercih edilmektedir.(17) Baþka bir varlýða, Allah ismi verilemez. Yani Allah’ýn adaþý yoktur.(18) Allah’ýn diðer isimleri çoðul yapýlabilir, ama Allah lafzý çoðul yapýlamaz. Türkçe tanrý kelimesi Allah lafzýnýn deðil ilah kelimesinin karþýlýðýdýr. Yüce Yaratýcýnýn ism-i a’zamý yani en ulu ismi olan(19) ‘Allah’ lafzýnýn her harfi O’nu ifade eder. Allah lafzýnýn elifi kaldýrýldýðýnda ‘lillâh’ olur. Yine o yüce Yaratýcýyý ifade eder. Elif ve lâm birlikte kaldýrýldýðýnda ‘lehû’ olur. Yine O yüce Allah’ý ifade eder. Elif ve iki lam birlikte kaldýrýldýðýnda ‘hû’ kalýr. Bu da Allah’ý ifade eder. ‘Allâhü lâilâ- he illâ hû’(20) ve ‘Hüvallâhü’llezî lâ ilâhe illâ hû .’(21) âyetlerinde olduðu gibi ‘hû/ huve’ zamiri Kur’an’da birçok âyette geçmektedir.
AYETÝN ANLAM VE YORUMU
Yüce Allah âyette, mü’min olmadýklarý halde iman ettiklerini söyleyenlerin bulunduðunu, kalple tasdîk etmeden sadece dil ile iman ettim demekle mü’min olunamayacaðýný bildirmektedir. Surenin ilk beþ âyetinde müminlerin, 6 ve 7. âyetlerinde kâfirlerin,8-20. âyetlerde ise münafýklarýn nitelikleri anlatýlmaktadýr.(22) 8-20. âyetler Medine ve ci- varýnda yaþayan münafýklar hakkýnda nazil olmuþtur.(23) 1-21.âyetlerde mü’min, kâfir ve münafýklardan bahsedildikten sonra 21.âyette bütün insanlar Allah’a ibadete çaðýrýlmaktadýr.
Ayet, bir insanýn mü’min olabilmesi için sadece dil ile iman ettim, ben de mü’minim demenin yetmediðini, Allah katýnda imanýn makbul olabilmesi için þartlarýna uygun iman edilmesi gerektiðini ifade etmektedir. Mü’min olmadýklarý halde ‘iman ettik’ diyerek yalan söyleyenler münafýk kimselerdir. Münafýk, kalbiyle inanmadýðý halde sadece diliyle inandýðýný söyleyen, kâfir ile mü’min arasýnda gelip giden müzebzeb, yalancý, aldatýcý, çýkarcý ve iki yüzlü insandýr. Ýnsanlar, insanlarýn kalplerinde, zihinlerinde olup bitenleri bilemeyecekleri için münafýklarý tanýyamazlar. Allah,‘Allah’a ve âhiret gününe iman ettik’ dedikleri halde mümin olmayan insanlarýn varlýðýný müminlere bildirmektedir. ‘Allah’a ve âhiret gününe iman’ýn zikredilmesi anlamlýdýr. Çünkü Arap müþrikler Allah’ýn varlýðýna inanýyorlar birliðine(24) ve özellikle öldükten sonra dirilmeye, ahiret hayatýna inanmýyorlardý.(25) ‘Allah’a ve son güne iman ettik’ demekle bütün iman edilmesi gerekenlere inandýklarýný söylemek istiyorlardý. ‘Allah’a ve son güne iman’, imanýn özünü oluþturmaktadýr. Kur’an’da pek çok âyette iman baðlamýnda bu iki konu hep birlikte zikredilmiþtir. Meselâ “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman eder ve salih amel iþlerse onlarýn Rab leri katýnda mükâfatlarý vardýr. Onlara korku yoktur. Onlar üzül meyeceklerdir.” (Bakara, 62; Maide, 69).
AYETÝN ÝÇERDÝ/Ý HÜKÜMLER
Ayet, kalple tasdik olmadan sadece dil ile iman ettim demekle mü’min olunamayacaðý hükmünü içermektedir.
Ýmanýn özü ve esasý Allah’a ve Peygamberine iman etmektir. Bu, “Allah’tan baþka ilah yoktur, Mu hammed Allah’ýn elçisidir” anlamýndaki kelime-i tevhit cümlesi ile ifade edilmiþtir:
Kelime-i Tevhîd’in (lâilâhe il- lallah) kýsmý,Muhammed sûresinin 19. ve Saffât sûresinin 35. âyetinde, (Muhammedü’r-Rasûlüllah) kýsmý ise Feth sûresinin 29. âyetinde geçmiþtir.
“Lâilâhe illallah” cümlesinde iki unsur vardýr. Birisi olumsuzluk ifade eder.Bu, cümlenin (lâ ilâhe) “ilâh yoktur” kýsmýdýr. Allah’tan baþka bütün ilâhlarý ve ma’budlarý reddetmek demektir. Diðer kýsmý ise olumluluk ifade eder.Bu, cümlenin (illallah) “ancak Allah vardýr”kýsmýdýr.Bu kýsým, sadece Allah’ýn varlýðýný, birliðini, tek ma’bûd oluþunu ikrar etmeyi ifade eder.“Lâ ilâhe illallah” cümlesinin bu mânâsý, Bakara sûresinin 256. âyetinde þöyle beyan edilmiþtir:
“...Kim taðutu inkâr edip Allah’a imân ederse muhakkak ki o, kopmayan saðlam bir kulpa (Kur’an’a, Ýslâm’a) yapýþmýþtýr..
.” Ayette,bir simetri vardýr.‘Ýn kâr’ýn ((yekfür) karþýsýnda ‘iman’ (yü’min), ‘taðut’un karþýsýna ise ‘Allah’ konulmuþtur.
‘Kopmayan saðlam bir kulpa yapýþabilmek için’ ‘taðutu inkâr’ ve ‘Allah’a iman’ þartý koþulmuþtur. Allah’ýn dýþýndaki bütün ilâhlar, putlar, ma’budlar reddedilecek, sadece bir tek Allah kabul edilip iman edilecek ve sadece O’na ibadet edilecektir. Hem Allah’ý hem O’ndan baþka ilâhlarý, ilâh yerine konulanlarý kabul ve tasdîk etmekle iman edilmiþ olmaz. Bunun adý þirktir.
Ayet, muvahhid bir mü’min olabilmek için Allah’a imandan ev vel,küfre tövbe etmenin þart olduðunu, bu anlamda tövbe etmenin ise Allah’tan baþka tapýlanlarý, insaný Allah yolundan men eden, kula kul olmayý isteyen insan ve cin azgýnlarýný reddetmek gerektiðini bildirmektedir.
“Femen yekfur bittâðûti ve yü’min billâhi” âyeti “lâ ilâhe illal lah” kelime-i tevhidinin bir tefsiri olmaktadýr.
“Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasûlüllah”,kelime-i tevhîdi, imanýn temel taþýdýr. Allah’a ve el çisine iman, onlarýn bildirdiklerine de iman etmeyi gerektirir.
Ýman edilecek hususlar Nisa sûresi 136, Bakara sûresi 177 ve 285. âyetlerde sayýlmýþtýr. Bunlar; Allah’a, meleklerine, kitaplarýna peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmektir. ‘Amentü’yü oluþturan iman esaslarýndan 6.olan,‘kadere, hayýr ve þerrin Allah’tan olduðuna iman’ yukarýdaki âyetlerde geçmediði için bunu iman esaslarýndan saymayanlar olmuþsa da bu son iman esasý, ‘kitaplara iman’ýn içinde mündemiçtir. Çünkü Kitab’a (Kur’an’a) iman eden, onda bildirilen esaslara da iman eder.Hadîd sûresinin 22. âyet-i kerîme’sinde musîbetlerin, yaratýlmadan önce bir kitapta yazýlý olduðu açýkça bildiril mektedir:
“Ne yerde ne de kendi canlarýnýzda meydana gelen hiçbir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta (yazýlmýþ,ezelî bilgimizde tespit edilmiþ) ol masýn. Doðrusu bu, Allah’a kolaydýr.”
Musîbetlerin önceden yazýlmýþ olmasýnýn gerekçesi devamýndaki âyette þöyle bildirilmiþtir:
“Elinizden çýkana üzülmeyesiniz ve (Allah’ýn) size verdiði ile sevinip þýmarmayasýnýz...”(Ha- dîd, 23) Kur’an’da, Kur’an’a iman zikredildiði gibi, ‘âyetlere iman’da zikredilmiþtir. Secde sûresinin 15. âyetinde yüce Allah, “Bizim âyetle- rimize, ancak kendilerine bu âyetlerle öðüt verildiði zaman secdeye kapanan, kibirlenmeksizin Rab’lerine hamd ederek tespih edenler iman ederler” buyurmuþtur.
Cibril (a.s.)’in, ‘bana imandan haber ver’ demesi üzerine Peygamberimiz (s.a.s.); “Allah’a, meleklerine, kitaplarýna, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayrýna ve þerrine iman etmendir” diyerek iman esaslarýný 6 olarak saymýþtýr.(26)
Mü’min olabilmek için Kur’an’da bildirilen her þeye iman etmek þart olduðu gibi Allah katýnd imanýn makbul olabilmesi için þartlarýna uygun iman etmek de þarttýr. Ýmanýn geçerli olabilmesi için 6 þartýn birlikte bulunmasý gerekir. þöyle ki;
1. Ýmanda þüphe Olmamalýdýr
Ýman þüphe kabul etmez. Ýnanýlmasý gereken þeylerin tamamýna þeksiz þüphesiz ve kesin olarak iman edilmesi gerekir. þüphe ile iman baðdaþmaz. Birisi varsa diðeri yoktur. Yüce Allah, Hucûrât sûresinin 15. âyetinde mü’minleri, þüphe etmeyen kimseler olarak tanýmlamaktadýr: “Mü’minler ancak Allah’a ve Peygamberine iman eden , sonra þüpheye düþmeyen, Allah yolunda mallarýyla ve canlarýyla cihad eden kimselerdir. Ýþte (iman iddiasýnda) doðru olanlar (sâdýklar) bunlardýr.
” Yunus sûresinin 94. âyetinde, “Yemin olsun sana Rabb’inden hak geldi, sakýn þüphelenenlerden olma” buyurmuþtur.
Ýman etmiþ olabilmek için ilk baþta kalpten þüpheyi atmak þart olduðu gibi imanýn bekasý ve devamý için de þüpheden uzak olmak da þarttýr.(27) Ýman esaslarý ile ilgili olarak ‘bunlar, doðru mu, deðil mi? aslý varmý, yok mu?’ diye þüphe etmek kesin bir þekilde kalbin huzur ve sükûn içinde tasdîk etmesi anlamýnda olan iman ile ters düþer.
Ýmanda kesinliði ifade etmek, þek ve þüpheyi gidermek için Kur’an’da ‘îkân’ kavramý kullanýlmýþtýr.‘Ýkân’, þek ve þüpheden uzak ve kesin olarak inanmak demektir.(28) þek ve þüphe içinde olanýn kalbine iman yerleþmemiþtir.
2. Ýman Edilecek þeylerin Hepsine Ýnanýlmalýdýr
Ýman edilecek þeylerin bir kýsmýna inanýp bir kýsmýna inanmayanýn imaný geçerli deðildir. Çünkü “iman”, bütünlük ister, iman esaslarýnýn hepsine inanmayý gerektirir. Küfür için iman edilecek þeylerin hiçbirine inanmamak þart deðildir. Birine veya bir kýsmýna inanmamak da küfürdür.(29)
Nisa sûresinin 150-151. âyetin de peygamberlerden bir kýsmýna iman edip bir kýsmýna iman etmeyenlerin ‘hakîkî kâfir’ olduklarý bildirilmiþtir:
“þüphesiz, Allah’ý ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah’a iman edip peygamberlerine iman etmeyerek ayýrým yapmak iste yenler, (peygamberlerin) kimine iman ederiz, kimini inkâr ederiz’ diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasýnda bir yol tutmak isteyenler var ya; iþte onlar gerçekten kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltýcý bir azap hazýrlamýþýzdýr.
” Al-i Ýmrân sûresinin 119. âye tinde Allah, mü’minlere; “Ýþte siz öyle kimselersiniz ki, onlarý (ehl-i kitabý) seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Siz kitabýn hepsine inanýrsýnýz.” demiþtir.
Ayný sûrenin 7. âyetinde ise, “..Ýlimde ileri gidenler,‘Ona (Kur’an’a) iman ettik. Hepsi Rabb’imiz katýndandýr’ derler” buyurulmuþtur.
Allah, “.Yoksa siz kitabýn bir kýsmýna inanýp bir kýsmýný inkâr mý ediyorsunuz?” diyerek Yahudileri kýnamýþ ve böyle yapanlarýn cezasýnýn dünyada rezillik, âhirette ise þiddetli azap olduðunu bildirmiþtir..(30)
Kur’an’a, baþtan sona, bütün sûre, âyet, hüküm, emir yasak, helâl ve haramlarýnýn tamamýna inanmak, hak ve doðru olduðunu tasdîk etmek mü’min olmak için þarttýr. Kur’an’ýn bir hükmüne, bir farz veya yasaðýna, bir âyetine inanmayan veya uygulanmasýný, geçerliliðini kabul etmeyen iman sahibi olamaz.
3. Yeis Halinden Önce Ýman Edilmelidir
Hayattan ümidi kesip, ölümle karþý karþýya gelmeden(31) ve ilâhî azapla karþýlaþmadan önce iman edilmesi gerekir. Bu halde yapýlacak iman,insana fayda saðlamaz.
Dünyada itaat ve isyan imkâný varken iman edilmesi gerekir. Ýlâhî azabýn geldiðini görünce, yaþamanýn mümkün olmadýðýný anlayýnca ve can boðaza gelince yapýlan imanýn geçerliliði yoktur.
Askerleri ile birlikte Musa (a.s.) ve ona iman edenleri takibe koyulan Firavun, Kýzýldeniz’de boðulmak üzere iken ‘iman ettim, müslümanlardaným’ demiþ fakat, imaný kabul olmamýþtýr. Yüce Allah, bunu þöyle bildirmektedir:
“Nihayet boðulmak üzere iken, ‘Ýsrailoðullarý’nýn iman ettiðinden baþka hiçbir ilah olmadýðýna iman ettim. Ben de Müslü manlardaným’ dedi” (Yunus, 90).
Yüce Allah da ona, “þimdi mi (iman ediyorsun? Kendinden ümidini kestin artýk seçeneðin kalmadý)(32) Oysa daha önce isyan etmiþ müfsitlerden (imandan sapan ve saptýranlardan) olmuþtun”(33) demiþtir (Yunus, 91).
Firavun’un imaný kabule þayan olmamýþtýr. Çünkü ilâhî azabý görmüþ,ölümden baþka seçeneði ve yaþama imkâný kalmadýðý bir zamanda iman etmeðe kalkmýþtýr.
“(Helâk edilen zalim kavimler) azabýmýzý gördükleri zaman,‘tek Allah’a iman ettik ve O’na ortak koþtuðumuz þeyleri inkâr ettik’ dediler. Fakat azabýmýzý gördükleri zaman, imanlarý kendilerine fayda saðlamadý.”(Mümin, 84, 85).
“(Kâfirler, iman etmek için), ille meleklerin gelmesini, yahut Rabb’inin (azap emrinin) gelmesini ya da Rabb’inin bazý âyetlerinin (kýyamet alâmetlerinin) gelmesini mi bekliyorlar? Ama Rabb’inin bazý âyetleri geldiði gün daha önce iman etmemiþ olan kimseye artýk iman fayda saðlamaz.”(En’am, 158)
Ýlâhî azap ile karþýlaþýp son nefese gelince iman kabul olmadýðý gibi tövbe de kabul olmaz: “Allah’a göre þu kimselerin tövbesi makbuldür ki, cahillikle bir kötülük yapýp hemen ardýndan tövbe ederler. Ýþte Allah onlarýn tövbelerini kabul eder… Yoksa kötülük yapýp yapýp da nihayet ölüm gelip çatýnca: ‘Ben þimdi tövbe ettim’ diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tövbe yoktur (Allah, böyle kimselerin tövbelerini kabul etmez)” ( Nisa, 17-18).
4. Ýmana þirk Karýþtýrýlmamalýdýr
Allah katýnda imanýn makbul olmasý için insanýn tevhît üzere bulunmasý gerekir. Ýmanýna þirk karýþtýran kimsenin, imaný geçerli deðildir. Böyle bir kimse, hidayete ermiþ sayýlmaz. Yüce Allah, En’âm sûresinin 82. âyetinde þöyle buyurmakta dýr: “Ýman edenler ve imanlarýna zulüm (þirk) karýþtýrmayanlar, iþ te güven onlarýndýr ve hidayete ermiþ olanlar da onlardýr.”
Allah’a zatýnda, sýfatlarýnda, ibadetinde, Rab ve ilah oluþunda ortak koþan kimsenin imaný geçerli deðildir. Böyle bir kimse mü’min deðil müþriktir.
“Yüzünü hanîf (Allah’ý birleyen) olarak dîne çevir, sakýn (Allah’a) þirk koþanlardan olma” (Yunus, 105) buyuran Allah, imanlarýna þirk karýþtýrarak iman edenleri kýnamaktadýr: “Onlarýn çoðu, Allah’a þirk koþmadan iman etmezler” (Yusuf, 106).
5. Ýman Esaslarý Kalbi Ýle Tasdîk Edilmelidir
Ýmanýn yeri kalptir. Ýmanýn geçerli olabilmesi için bir insanýn sadece dili ile iman ettiðini söylemesi yeterli deðildir. Ýman esaslarýnýn tamamýný kalbi ile tasdîk etmesi gerekir. Çünkü imanýn yeri kalptir.(34)
Yazýmýza konu yaptýðýmýz âyet te ‘Allah’a ve âhiret gününe iman ettik’ dedikleri halde bazý insanlarýn mü’min olmadýklarýný bildirmektedir.Çünkü sadece dili ile ‘iman ettim’ demek mü’min olmak için kâfi deðildir. Kalp ile de iman edilmesi gerekir.(35) Maide sûresinin 41. âyetinde bu husus, þöyle ifade edilmek- tedir: “Ey Râsûl! Aðýzlarýyla “iman ettik” deyip kalpleriyle iman etmemiþ olanlardan ve Yahudilerden küfürde yarýþ edenler seni üzmesin...”
Peygamberimiz (a.s.)’in yanýna girip inanmadýklarý halde iman ettiklerini söyleyen bir grup Yahudi ile ilgili olarak,“Size geldiklerinde ‘iman ettik’ dediler. Oysa küfürle (yanýnýza) girmiþler yine küfürle (yanýnýzdan) çýkmýþlardý...”(Mâ- ide, 61); Hýristiyan ve Yahudilerle ilgili olarak, “..Onlar sizinle karþýlaþtýklarý zaman ‘iman ettik’ derler. Kendi baþlarýna kaldýklarýnda ise size karþý öfkelerinden parmaklarýný ýsýrýrlar...” denilmiþtir.
Bu tür bir davranýþ, münafýklýk alâmetidir.(36) Nitekim Bakara sûresinin 14. âyetinde münafýklarla ilgi li olarak; “(Onlar), mü’minlere rastladýklarý zaman ‘iman ettik’ derler. Fakat þeytanlarýyla (önderleri ve ileri gelenleriyle) yalnýz kaldýklarý zaman, ‘biz sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz’ derler” denilmiþtir.(37)
Bir kýtlýk yýlýnda Medine’ye gelip iman ettiklerini söyleyen ve sa daka isteyen Benî Esed Kabîlesi’nin bedevîleri ile ilgili olarak;(38) “Be devîler, ‘iman ettik’ dediler. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ýman etmediniz (öyle ise iman ettik deme yin) fakat ‘boyun eðdik’ deyin. Henüz iman kalbinize girmedi...” denilmiþtir (Hucûrât, 14).
Burada ‘Ýslâm’a girmek’, sözlük anlamýyla þahadeti ýzhar ederek barýþa girmek, mü’minlerle savaþ halinden çýkmak demektir.(39)
Ýmanýn yeri kalp olduðu gibi þüphenin (40) ve inkârýn yeri de kalp tir: “Sizin ilahýnýz bir tek ilahtýr. Ahirete iman etmeyenlerin kalpleri bunu inkâr etmekte, kendileri de büyüklük taslamaktadýrlar.” ( Nahl, 22).
Kalpten gelmeyen, zorlama sonucu dil ile ifade edilen ‘inkâr’ sözü insanýn imanýný yok etmez. Nahl sûresinin 106. âyetinde bu husus açýkça ifade edilmektedir: “Ýman ettikten sonra Allah’ý inkâr eden kalbi imanla yatýþmýþ olduðu halde (in kâra) zorlanan hariç küfre göðüs açan (küfürle sevinç duyan) kimselere Allah’tan bir gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardýr.”
Ayet, gönülden inkâr edenlere azap olduðunu bildirmekte, kalbi imanla huzur bulmuþ, baský sonucu inkâr sözünü söylemiþ olanlarý bundan hariç tutmaktadýr. Kalpten gelmeyen ve yanýlarak yapýlan þeylerde günah yoktur: “..Yanýlarak yaptýðýnýz þeyde size bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin bile bile yaptýðý þeyde (günah vardýr)...”(Ahzab, 5).
Kalbin içinde olaný ancak Allah bilir. Kalben inanmadýðý halde dili ile inandýðýný söyleyen kimseye biz ‘mü’min deðil’ diyemeyiz. Biz zâ-hire göre hükmederiz. Dili ile ‘mü’minim’ diyen insan, kalben de inanmýþ mý inanmamýþ mý bunu bilemeyiz. Bu sebeple ‘mü’minim’ diyen insana açýk alâmet yoksa ‘sen mü’min deðilsin’ denilmez.
Bir savaþ esnasýnda selâm verdiði ve “lâ ilâhe illallah” dediði halde bunu, kendini korumak için söylediðini zanneden ve ganimete heves ederek bir insaný öldüren, Peygamberimiz (s.a.s.)’in kýzmasýna ve Ni- sa sûresinin 94.âyetinin inmesine sebep olan sahabe ile ilgili olarak yüce Allah þöyle buyurmaktadýr: “Ey mü’minler! Allah yolunda savaþa çýktýðýnýz zaman iyi anlayýn, dinleyin. Size selâm verene dünya hayatýnýn geçici menfaatini gözeterek ‘sen mü’min deðilsin’ demeyin...” (Nisa, 94).
6. Ayetlerden Yüz Çevrilmemeli, Dini Hükümler Alay Konusu Yapýlmamalýdýr.
Bir insan, iman ettiðini söylediði halde Allah ve Resulü’nün hükümlerinden yüz çevirir ve hükümleri beðenmezse iman etmiþ sayýlmaz. Yüce Allah, Nur sûresinin 47- 50. âyetlerinde bu husus þöyle bildirilmektedir: “Allah ve Resulü’ne ‘iman ettik’ diyorlar. Sonra onlardan bir grup bunun ardýndan yüz çeviriyor. Bunlar, mü’min deðillerdir. Onlar, aralarýnda hükmetmesi için Allah ve Resulü’ne çaðýrýldýklarý zaman hemen onlardan bir grup yüz çevirir. Eðer hüküm kendi lehlerine olursa itaat ederek gelirler. Kalplerinde bir hastalýk’mý var, yoksa þüphemi ettiler? Yoksa Allah’ýn ve Resulü’nün kendilerine haksýzlýk yapacaðýndan mý korkuyorlar? Onlar zalimler (kâfirler)dir.”
Allah ve Peygamberin hükmüne razý olmayanlar iman etmiþ sayýlmazlar: “Hayýr, Rabb’in hakký için onlar, aralarýnda çýkan çekiþmeli iþlerde seni hakem yapýp sonra da senin verdiðin hükme karþý içlerinde bir burukluk/sýkýntý duymadan tam anlamýyla teslim olmadýkça iman etmiþ olmazlar” (Nisa, 65; Maide, 43).
Allah ve Resulünün hükmünden yüz çeviren ve hükümlerine razý olmayan mü’min deðil, münafýktýr. “Onlara, ‘Allah’ýn indirdiðine ve Peygambere gelin’ denince, o münafýklarýn senden büsbütün uzaklaþtýklarýný görürsün” ( Nisa, 61).
Abdullah ibn Abbas (ö. 68/687)’ýn beyanýna göre, “bir münafýk bir Yahudi ile tartýþmýþ, niza etmiþ. Yahudi, mahkeme için Pey gamber (s.a.s.)’e gitmeyi, münafýk ise Yahudilerin baþkaný Ka’b b. Eþref’e gitmeyi önermiþtir. Çünkü Yahudi haklý, münafýk ise haksýzdýr. Halbuki Peygamber (a.s.) ancak hak ve adaletle hükmettiði, Ka’b ise, rüþvete düþkün olduðu taraþarca bilinmektedir. Bu sebeple Yahudi, Peygamber (a.s.)’e, münafýk da Ka’b’e müracaatý arzu eder. Nihayet Yahudi’nin ýsrar etmesi üzerini Peygamber (a.s.)’e mahkeme olurlar. Peygamber (a.s.), Yahudi lehine, münafýðýn aleyhine hükmeder, fakat münafýk hükme razý olmaz. Bunun üzerine þu âyet iner: “þunlarý görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirile- ne iman ettiklerini sanýyorlar da hakem olarak taðuta (batýl ile hükmedene) baþvurmak istiyorlar. Oysa kendilerine onu (taðutu) inkâr etmeleri emredilmiþti. þeytan da onlarý iyice saptýrmak istiyor” (Nisa, 60).
Mü’min, Allah’a ve Peygambere iman ettiði gibi onlarýn koyduðu hükümleri de kabul edip uygular: “Aralarýnda hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çaðýrýldýklarý zaman mü’minlerin sözü ancak: ‘Ýþittik ve itaat ettik’ demeleridir. (Baþka bir þey demeleri, itiraz etmeleri imanla baðdaþmaz). Ýþte kurtuluþa erenler bunlardýr” (Nur, 51).
Allah ve Resulü bir konuda bir hüküm verdikten sonra artýk mü’minin onu kabulden baþka bir seçeneði yoktur: “Allah ve Resulü bir iþte bir hüküm verdiði zaman artýk mü’min erkek ve mü’min kadýna o iþi kendi isteklerine göre seçme hakký yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karþý gelirse (hükümlerini kabul etmez ve yüz çevirirse) apaçýk bir sapýklýða düþmüþ olur” (Ahzab, 36).
Dinî bir hükmü alay konusu yapan kimse mü’min olamaz. þu âyetler bunu açýkça ifade etmektedir: “(Ey Peygamberim!) De ki: Amel bakýmýndan en çok ziyana uðrayan; iyi iþ yaptýklarýný zannettikleri halde dünya hayatýndaki çalýþmalarý kaybolup giden kimseleri haber verelim mi? Onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuþacaklarýný inkâr eden, böylece amelleri boþa çýkan ve bu yüzden kýyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacaðýmýz kimselerdir. Ýþte böyle, inkâr etmeleri, âyetlerimi ve peygamberlerimi alaya almalarý yüzünden onlarýn cezasý cehennemdir” (Kehf, 103-16)
Ayette, âyetleri inkâr edenler ile alaya alanlar ayný kategoride zikredilmiþtir. Bir ayeti inkâr ile onu küçümsemek ve alaya almak ayný anlamý ifade eder. Bu yüzden mü’min olabilmek için dinî hiçbir hüküm küçümsenmemeli, alay konusu ya pýlmamalýdýr.
SONUÇ VE DEÐERLENDÝRME
Yaratýlýþ gayesi Allah’a ibadet etmek olan insanýn bu görevini yerine getirebilmesi için her þeyden önce iman etmesi gerekir. Ýman, iman esaslarýný kalp ile tasdik etmektir. Kur’an’ýn beyanýna, Allah’a ve âhiret gününe iman ettik dedikleri halde mü’min olmayan insanlar vardýr. Yukarýda meallerini arz ettiðimiz âyetlere göre bir insanýn mü’min olabilmesi için insanýn; iman edilecek þeylerin tamamýna, ilâhî azapla karþýlaþmadan önce, þeksiz ve þüphesiz kalbi ile, imanýna þirk karýþtýrmadan iman etmesi, Allah ve Pey gamberinin bütün hükümlerine, emir ve yasaklarýna razý olup onlardan yüz çevirmemesi,onlarý alay konusu yapmamasý gerekir.
Ýnsanýn en kýymetli varlýðý, imanýdýr. Çünkü insaný ebedî saadete erdirecek ve amellerinin makbul olmasýný saðlayacak olan imanýdýr.Kur’an’da; imaný olmayanlarýn amellerinin boþa gideceði,(41) imansýz amelin kabul olmayacaðý(42) bil dirilmektedir.
Ýman etmeyenlere acýklý azap hazýrladýðýný bildiren(43), iman edip salih amel iþleyenlere cennet ve nimetlerini va’ deden, (44) iman edenleri öven ve iman etmeyenleri yeren yüce Allah, ancak kendisine yazýk edenlerin iman etmeyeceklerini haber vermektedir: “..Kendilerini ziyana sokanlar, iman etmezler” (En’am, 12, 20).
1-Ýbrahim, 34.
2- Lokman, 20.
3- Zâriyât, 56.
4- Zâriyat, 2.
5- Hucurat, 17.
6- Hucurat, 7.
7- Zümer, 7.
8- Yunus, 108.
9-taberî, Cerîr b. Muhammed, Câ- mi’u’l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân,I, 1/117, Beyrut, 1988. Ünâs-nâs-el-ünâs-en-nâs olmuþtur.
10- Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el- Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, I, 191- 192, Kahire, 1935; Hâzin, Ali, b. Mu- hammed, Lübâbü’t-Te’vil fi Meâni’t- Tenzîl, I, 55, Ýst. 1981.
11- Hâzin, I, 55.
12- Ýbn Fâris, Ahmed, Mu’cemü Mekâyi- si’l-Lüga, I, 153, Kahire, 1948; Ra- ðib el-Ýsfehânî, el-Müfredat fi Gari- bi’l-Kur’ân, s. 25-26.
13- Nureddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fi Usûli’d-Din, s. 87, Ankara, 1979 DÝB Yay.
14- Taberî, I, 1/117, Hazin, I, 55.
15- Bakara, 85, 113, 174.
16- Raðýb, Ýbn Faris, Ýbn Manzur, “e-l- h” maddesi, Taberî, I, 1/ 54.
17- Raðýb, s. 21. Allah ismi kulluk etmek anlamýndaki “elehe-ye’lehü” kökün- den veya hayret ve þaþkýnlýk içinde kalmak, gönülden baðlanýp sýðýnmak anlamýndaki “elihe-ye’lehü” ve “ve- lihe-yevlehü” kökünden türemiþ ism-i mef’ul anlamýnda mastar olup tapý- lan, yüceliðinin karþýsýnda hayrete düþülen, gönülden baðlanýp sýðýnýlan anlamýnda olduðunu söyleyenlervar- dýr. Bekir Topaloðlu, “Allah”, DÝA, II, 471.
18- Meryem, 65.
19- Hazin, II, 675.
20- Bakara, 255.
21- Haþr, 23.
22- Kurtubi, I, 192.
23- Taberî, 1/116; Yazýr, Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, I, 222, Eser Neþri- yat, Ýstanbul, 1971.
24- Bkz. Sad, 5.
25- Bkz. Yasin, 78-79.
26- Müslim, Ýman, 1, 7; I, 37, 40; Buhâ- rî, Ýman, 27, I, 18; Tirmizî, Kader, 9.
27- Yazýr, VI, 4484.
28- Yazýr, I, 201.
29- Yazýr, I, 208.
30- Bakara, 85.
31- Yazýr, III, 2105.
32- Beydâvî, Abdulah b. Ömer, Envâ- ru’t-tenzil ve Esrâru’t, Te’vîl, III, 282, Ýst. 1981.
33- Beydâvî, III. 282.
34- Mâturidî, Ebû Mansur, Kitâbü’t- Tevhîd, s. 375. Çaðrý Yay. Ýst.
35- Bkz. Tevbe, 84; Nisa, 45; Al-i Ýmrân, 167.
36- Beydâvî, I, 147.
37- Bkz. Bakara, 8-16; Nisa, 142-143; Tevbe, 65-66; Münâfikûn, 1-8.
38- Nesefî, VI, 50.
39- Nesefî, VI, 56.
40- Tevbe, 45.
41- Maide, 5.
42- Nisa,38;Bakara,264; Tevbe,17, 19.
43- Bkz. Ýsra, 10; Sebe’, 8.
44- Bkz. Bakara,25, 82; Nisa,57; Ra’d, 29.
|